13 Eylül 2018 Perşembe

Nerelerde hata yaptığını tespit edebilecek kadar ilmi olmayanın (Şİİ) Ali Şeriati'yi okuması caiz değildir









"Nerelerde hata yaptığını tespit edebilecek kadar ilmi olmayanın (Şİİ) Ali Şeriati'yi okuması caiz değildir "


Ebubekir Sifil



Aslen şiî olup şiîlerin bile tasvip etmediği Ali Şeriatî diye biri var. Birileri, Peygamberimiz örnek olarak yetmezmiş gibi onu örnek bir şahsiyet gibi göstererek, müslüman gençlerin zihinlerini onun bozuk fikirleriyle doldurmak peşinde. Bu gayretkeşlerden biri de Mustafa İslamoğlu…


Allayıp pullayarak gençlere sundukları Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e bile hakaret ettiğini geçen sayımızda anlattık. Bu yazımızda, onu kendi sözleriyle daha yakından tanıtacağız. Tanınmalı ve hangi derekelerde olduğu bilinmeli ki, onu yüceltenler de tanınmış ve bilinmiş olsun.


Şeriatî’nin MUHAMMED KİMDİR isimli kitabına bakıyoruz. Görelim bakalım, Mustafa İslamoğlu’nun öve öve bitiremediği bu mahlûk, İslâm büyükleri hakkında neler yazmış. Başlıyoruz. Bismillah:


1- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in diliyle övülen ve ashabın en büyüğü olan Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (Radıyallahü anhüm) hakkındaki iftiraları şöyle:


“Ebûbekir… ihtiyar, yumuşak, her işi basite alan birisidir. Tehlike dolu toplumsal, siyasal mesuliyet, böyle bir ruhsal yapıyla bağdaşmaktan daha ciddi ve önemlidir.”


“Ömer… yenilikçilik özelliği yoktu… düşünce açısından zayıftı… itikadî ve fikrî bir mevzu sözkonusu olduğunda çok güçsüz görülüyordu. Kendisi de devamlı düşünsel alandaki hatalarını itiraf ediyordu.” (s: 317)


Osman… görüş açısı dünya görüşü dar ve zayıf birisidir. Peygamberle yaptığı işbirliği sırasında kimse onun en ufak bir üstün ve fevkalâde iş yaptığını görmemiştir. İslâm’ın öz ruhunu, derinliğini, sınıfsal yönelimini hissedememiştir. İslâm’ı, “şiarlar” ve İslâm rehberini “şiarları yücelten”den başka bir şey olarak niteleyemiyordu. Servet ve süse, kavmine ve kendine düşkünlüğü, büyüklere ve altına, güç ve kan sahiplerine saygıda bulunma, onun ruhunda o kadar güçlüdür ki, onun ahlâkî bağı, İslâm’dan daha çok cahiliyeye yakın ve iç içedir. En büyük tehlike, tehlikeli ve güçlü Beni Ümeyye hanedanına mensup oluşudur. Kuşkusuz O’nun böyle bir ruhsal yapı ve görüş açısıyla, bu uyanık, layık İslâm maskesi takmış güçlü düşmanların elinde bir “sadık uygulayıcı”dan başka bir konumu olmayacaktır. (s: 318)


2- Bir gurup ashabı Hazreti Ali (Radıyallahü anh) aleyhinde olmakla suçlayıp sonra Hazreti Ebûbekir (Radıyallahü anh) Efendimiz’e şöyle dil uzatıyor:


“…bu grupla Ebu Bekir’in cahiliyedeki özel ilişkisi tamamen belirgindir.”


“… Ebu Bekir bu gizli grubun seçkin şahsiyetidir.”


Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) güya arap köleleri serbest bırakmak için şöyle bir tavsiyede bulunmuş:


“Allah bize bir çok acem köle bağışladığı için, arabı köle olarak kullanmak gerekmez.”


Bu iftiradan sonra lafı dolandırarak, Hazreti Ebûbekir Efendimiz’i câhiliyenin eksik terbiyesiyle suçluyor:


“…bunlar gibi düşünce ve duygusundaki birçok zaaf noktaları, İslâm’dan öğrendiği üstün faziletlere karşılık, geçmişteki terbiye etkilerini hatırlatıyor.” (s: 321)


3- Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’a karşı gizli bir grup oluşturulduğunu anlattıktan sonra, bu hareket içinde olanları –ki bunlar başta Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) olmak üzere Aşere-i Mübeşşere’den olan zatlar oluyor- bu grubun tavrını şöyle ifade ediyor:


“Ali’ye karşı beslenen kinler.”


4- Sıra geliyor Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e dil uzatmaya. Güya Peygamberimiz Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’ın üstünlüğünü açıklamayıp susmuş:


“Muhammed’in Ali hakkındaki sükutu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır.”


Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i suçlamaya devam ediyor:


“Acaba Muhammed, ….Ali’yi kollamayacak mıdır? …sükutuyla …o acımasız tarihin eliyle paymal etmiyecek midir?”


“…nitekim öyle de oldu. Onu tarihte en kötü adam olarak tanıttılar.” (s: 322)


Bu da tarihe iftira. Tarihte Hz. Ali Efendimiz en kötü adam olarak mı tanıtıldı?



http://www.zehirli.org/konu/genclere-ornek-gosterilen-bir-zindik-ali-seriati.html



Şeriatî Hem Sünnîlik, Hem Şiîlik Açısından Bozuktur


Ali Şeriatî Şiî kültür ve medeniyetine mensup bir kimsedir. Bazen bir Şiî, Sünnîler tarafından reddedilir, fakat Şiîler tarafından benimsenir, tutulur. Şeriatî öyle bir kimsedir ki, onu ne Sünnî, ne de Şiî bir Müslüman benimseyebilir.


Bundan yirmi beş sene kadar önce Şeriatî nin meşhur ve hacimli kitabı İslam Şinasî nin Türkçe tercümesini okurken, bir sayfasında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Yazar aynen şöyle diyordu:


"Allah gerçek bir Janus tur..."


Janus un mânası nedir Ansiklopedilere bakınca, bunun iki çehreli bir Roma putunun adı olduğunu öğreniyordunuz.


Bir Müslüman Yüce Allah ı nasıl olur da bir puta benzetebilirdi Üstelik de "gerçek Janus" diyor. Yani tevili mevili yok.


Azıcık akaid ve ilmihal bilgisi olan bir Müslüman, Hak Teala hazretlerinin sıfatlarından birinin "Muhalefetün lil-havadis" olduğunu bilir. Türkçe mânası: "Yüce Allah yaratılmış, sonradan olmuş hiçbir varlığa benzemez" demektir.


Allah ı bir şeye teşbih etmek küfürdür.


Hele O nu bir puta benzetmek küfrün en katmerlisidir.


Allah kemal sıfatlarla sıfatlıdır ve noksan sıfatlardan münezzehtir.


Allah ı bir puta benzeten, hem de bu benzetmede "gerçek" sıfatını kullanarak teşbihi pekiştiren bir zatın bozuk itikatlı olduğunu söylemek için din alimi olmak gerekmez.


Şeraitî sırf bu cümlesi ile itikat bakımından çok bozuk bir kimsedir.


Onun bu benzetmesinin tevili yoktur.


Onu bu konuda savunmanın imkânı da yoktur.


Bendeniz bir Sünnî Müslüman olarak kendisini tenkit ediyorum, Şiîlik dünyasında durum nedir Şiî ulemâsından merhum Ayetullah Mutahharî Şeriatî yi sert şekilde tenkit etmiştir.


Şeriatî nin İslam Şinasî kitabı yayınlandığında İran daki, Irak taki Şiî uleması kitabı eleştirmişlerdi.


Çeyrek asırdan beri Türkiye mizde Ali Şeriatî nin kitapları tercüme ediliyor ve kendisi büyük bir İslam mücahidi olarak tanıtılıyor.


Onun kitapları Türkçe ye nasıl tercüme ediliyor Aynen, harfiyen mi, yoksa içinden bazı yerleri çıkartılarak mı Maalesef ikinci şekilde çevriliyor.


Peki "Allah gerçek bir Janus tur" cümlesini niçin bırakmışlar Ya farkına varmamışlar, yahut çevirenler de aynı inançtadır.


Ali Şeriatî hayranları bizim bu tenkitlerimize şu cevapları veriyor:


- O büyük bir mücahittir.


- Savak tarafından şehid edilmiştir.


- Hayatını İslam a adamıştır.


Lütfen bu edebiyatı bırakalım da, onun Allah ı iki suratlı bir Roma putuna benzetmesi zındıklığı üzerinde duralım.


Bir Müslümanın birinci vazifesi Allah a saygılı ve sâdık olmak değil midir


Yüce Allah, bir puta benzetilmekten elbette hoşnut ve razı olmaz.


Allah ı bir Roma putuna benzeten kimse mücahid değil, zındıktır.


Kaldı ki, Şeriatî nin bir Savak (Şahlık rejiminin istihbarat teşkilâtı) ajanı ve muhbiri olduğuna dair deliller ve iddialar vardır.


İran da Şiî mollalar, din alimleri, ayetullahlar tarafından sert şekilde tenkit edilen bir zatın Türkiye/Müslümanlarına mücahid, İslâm önderi, örnek olarak gösterilmesi gerçekten hayıflanacak bir haldir. Ne günlere kaldık!..


https://www.milligazete.com.tr/makale/875347/mehmed-sevket-eygi/seriati-hem-sunnilik-hem-siilik-acisindan-bozuktur


Kadir Mısıroğlu'ndan 7,5 dk.lık bir video-sohbet:


http://www.youtube.com/watch?v=5c9tZqaa_E4


Mehmet Şevket Eygi, Millî Gazete, 24 Mayıs 2013 Cuma


"Müslüman Gençlik ve Ali Şeriati


BAŞTA imam hatip okulları ve ilahiyat fakültesi öğrencileri olmak üzere bütün Müslüman gençlere hitap ediyorum.


Maalesef dinimizi içten yıkmak, İslam’ı mihraptan çökertmek isteyen dinde reform, dinde yenilik, dinde değişiklik yıkıcı cereyanları ülkemizde kol gezmektedir. Bunlar İslam Şinasi adlı kitabında, kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh Allahü Teala hazretlerini iki çehreli bir Roma putuna benzeten, “Allah gerçek bir Janus’tur” diyen Ali Şeriati’yi bir mücahid, bir İslam önderi, bir uyarıcı olarak göstermektedir.


Ali Şeriti Şii hocalarının bir kısmı tarafından ağır şekilde tenkit edilen, son derece bozuk bir şahsiyettir.


Allah’ı bir Roma putuna benzeten bu zındığı Türkiye’nin Müslüman gençlerine mücahid, önder, büyük İslam düşünürü olarak tanıtmak bir cinayet ve cinnettir.


Allahü Teala’nın on dört sıfatı vardır, bunlardan biri “Muhalefetün li’l-havadis”tir. Yani Allah hiçbir şeye benzemez. Onu iki çehreli bir Roma putuna benzeten bir kimseyi mücahid ve İslam önderi olarak göstermek dürüst bir ilahiyatçının, aklı başında bir Müslümanın yapabileceği şey değildir.


Sevgili Müslüman gençler Allah’ı bir Roma putuna benzeten bu benzetmeyi yaparken “gerçek bir Janus” diyen kimseden ve onun reklâmını yapan ilahiyatçılardan uzak durmanızı tavsiye ediyorum.


Yine bazı ilahiyatçılar son derece karışık, bulaşık, esrarlı farmason Afgani’yi bir İslam önderi olarak tanıtıyorlar ve reklâmını yapıyorlar.


Onun talebesi, yine farmason Abduh’u da göklere çıkartıyorlar.


Abduh’un talebesi Reşid Rıza’yı da öve öve bitiremiyorlar.


İsim vermeyeceğim, Hindistanlı bir İsmaili’yi büyük İslam mütefekkiri olarak lanse ediyorlar.


Bozuk ilahiyatçılar Ehl-i Sünnet’i yıkmak, onun yerine tahrif edilmiş türeme bir İslam getirmek istiyorlar.


Müslümanların büyük, rehber, önder tanıyıp peşlerinden gitmesi gereken, yakın tarihteki Sünni ulema, fukaha ve meşayıhin bazıları şunlardır:


(1) Şeyhülislam Mustafa Sabri…


(2) Düzceli Zahid el-Kevseri…


(3) Elmalılı Müfessir Hamdi Efendi…


(4) Sultan Abdülhamid’in şeyhlerinden ve yardımcılarından Halepli büyük âlim ve Rufai şeyhi Ebulhuda Es-Sayyadi…


(5) Mekke Şafii Reisü’l-Uleması Ahmed Zeyni Dahlan…


(6) Beyrut kadılarından Yusuf İsmail En-Nebhani…


(7) Âlim ve şeyh Silistireli Süleyman Hilmi Efendi…


(8) Dersiamdan Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen… Sekiz kişi saydım. Başkaları da vardır.


Değerli Müslüman gençler! Dinimizi Allah’ı puta benzetenlerden, sarıklı farmasonlardan, İngiltere’nin Mısır başkomiseri Lord Cromer’in agnostik (Yunanca isim. Allah'ın varlığana aklı ermeyen, bilinmezci) dediği adamdan, reformculardan, Fazlurrahmancılar’dan öğrenmeyelim.Dinimizi büyük Ehl-i Sünnet ulemasından, fukahasından, meşayıhinden, mürşidlerinden öğrenelim.


Şeriaticiler, Afganiciler, Fazlurrahmancılar bazı okul ve fakültelerde yuvalanmışlardır. Onlara karşı uyanık olalım, tuzaklarına düşmeyelim."


Mehmet Şevket Eygi


Yazılanlar üzerine kısa bir değerlendirme


Evet, zındıklığın böylesini ne Sünnî İslâm kabul eder ne Şia... Şerîati, Allah Tealâ'yı iki yüzlü bir Roma putuna benzetiyor..


Bazıları onu göklere çıkarıyor, mücahitti, şehid edildi diyorlar. Mehmet Şevket Eygi üstadın da belirttiği gibi bir insanın şehid edilmiş olması yahut mücahid (mücadele veren) bir insan olması, eğer yapmışsa zındıklıklarının gizlenmesini gerektirmez. Hele bu zındıklıkları mücahid namı altında yazdığı kitaplarda yapmış, Müslümanları iğfal etmek yolunda olmuşsa... Böylesi bir zındık olmadığı halde kimi sözleri ve kitaplarındaki bazı Ehl-i Sünnet akidesine aykırı görüşleri yüzünden Seyyid Kutub ve benzerlerini tenkid etmiyor muyuz? Ali Şeriati ise yazdıkları ve yaptıkları ile ne şehidliği ne mücahidliği hak ediyor. Allah’a “iki yüzlü bir Janus” diye teşbihte bulunan biri için tek sıfat yakışır: MÜLHİD ya da ZINDIK...


JANUS ne demektir? Janus iki çehreli (iki yüzü zıt yönlere bakan) eski bir Roma putu (tanrısı). İnanışa göre, eski Roma kentlerinin girişlerine konulan bu Janus büstünün (putunun) bir yüzü dışarıya bakar, dışarıdan gelecek tehlikelerden Romalıları korur, içeriye bakan yüzdeki tanrı da içerideki tehlikelerden... Batı dillerinde ocak ayını anlatan January, Janvier, Januar gibi isimler de Janus'tan türemiştir; hem geçen yıla, hem de gelecek yıla bakmasından dolayı january olarak adlandırılmıştır. Sapıklıkta sınır olmuyor. Bu Batı kültüründe, küfür ikliminde normal olabilir ama bir Doğu’lunun hele hele İslâm mücahidi geçinen birinin, üstelik haşa sümme haşa eşi ve benzeri olmayan Allah (c.c.) hakkında bu Janus teşbihini yapması katmerli zındıklık, münafıklık, sapıklıktır...


Neyse, biz bu kısa değerlendirmeden sonra sözü gene üstada bırakalım.


İşte Şeriati'yle ilgili bir diğer yazısı:


"Allahü Teâlâ’yı puta benzeten Ali Şeriati


Konu: İranlı sosyolog, İslamcı, sözde mücahit, bazılarının öve öve bitiremedikleri, göklere çıkarttıkları Dr. Ali Şeriati’nin bir kitabındaki çok vahim bir yanlış hakkındadır.


Kitabın ismi, “Muhammed’i Tanıyalım” (İslâm Nedir-III) Ankara 1988. Kitabın Farsça orijinalinin adı “İslam Şinasi Meşhed-III”


Yukarıda adı verilen kitabın 151’inci sayfasının 2’nci paragrafını aynen aşağıya alıyorum:


“Allah gerçek bir “Janus” (78). İki çehreli Allah! Yahova çehresi, Teus çehresi, iki seçkin ve çelişik sıfatı! “Kahhar” ve “Rahman”. Yahova gibi “müntegem” (intikamcı), “müstebit”, cebbar, mütekebbir ve “şedidül-ikab”, “kibriya arşı”na yaslanmış, melekût örtüleriyle örtülü, yeri, “ötede ve her şeyin üzerinde”, alttaysa mutlak saltanatı söz konusudur. Aynı halde Teus gibi “Rahman”, “Rahim”, “Rauf”, “Gafur” (79)dur. Yeryüzüne inerek insanla, topraktan olan “Halifesi, akrabası”yla dostluk bağı kuruyor. Onu “kendi yüzüne benzer” bir yüzle gösteriyor. Onu kendine benzer yaratacağı müjdesiyle müjdeliyor. Öylesine insanla samimi ve dost oluyor ki ona “şah damarından daha yakın olduğunu açıklıyor... Not: (78) Janus, Yunanın iki çehreli tanrısıdır. Geçmiş ve geleceği bilen.”


Ali Şeriati “Allah gerçek bir Janus...” diyor. Yani kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahü Teala’yı iki çehresi olan bir Roma putuna benzetiyor. Öyle bir benzetiş ki, başına gerçek sıfatını ilave ediyor. Yani mecazi mânâda bir benzetiş değil, te’vili yok...


Ehl-i Sünnete göre, Allahü Teala’nın on dört sıfatından biri “Muhalefetün lilhavadis”tir. Yani Allahü Teala yaratılmışlardan, Kendisi dışındaki varlıklardan hiçbirine benzemez. Allahü Teala’nın benzeri, eşi, ortağı, naziri, oğlu, kızı yoktur.


Ali Şeriati’nin yukarıya aldığım paragrafındaki, Allahü Teala’yı bir puta benzetme zındıklığını Tevhide inanan hiçbir Müslüman kabul etmez.Ehl-i Sünnetten olsun, Şia’dan olsun, başka bir mezhepten olsun... Allahü Teala’yı bir puta benzetmek, bir Müslümanın yapacağı iş değildir.


Ali Şeriati’nin “İslam Şinasi” kitabı yayınlandığı vakit, İran’daki ve Irak’taki Şii ulemadan nicesi onun bu gibi bozuk fikirlerine karşı çıkmıştı.


Türkiye’deki bazı İslamcılar Ali Şeriati’yi neredeyse kutsal bir mücahit, örnek alınacak ve idealize edilecek büyük bir model haline getirmişlerdir. Ortada gerçekten üzücü, şaşırtıcı, kahredici bir durum vardır. Adam Allahü Teala’yı bir puta benzetiyor, benzetirken de “gerçek” sıfatını kullanarak parmağını gözümüze sokuyor ve birtakım Müslüman kardeşlerimiz, onu büyük ve örnek bir Müslüman, bir mücahit, bir aydınlatıcı, peşinden gidilecek bir fikir önderi olarak görüyor ve gösteriyor.


Ali Şeriati’nin Türkçeye tercüme edilen kitaplarında (abartmıyorum) binlerce dinî hata bulunmaktadır. Bunların bir kısmı tercüme edilirken çıkartılmaktadır, yukarıda aldığım paragrafı herhalde sakıncalı görmediler ki, çıkartmamışlar.


Ortada hem Ehl-i Sünnet ve hem de Şia açısından utanç ve hacalet verici bir manzara vardır.


Ehl-i Sünnet, İslamcı literatürdeki bu gibi fahiş, küfre götürücü yanlışları görmüyor. Bunları red, cerh ve tekzip etmiyor.


Bir kısım Şia ise, Allahü Teala Hazretlerini bir puta benzeten bu eserleri İslamî yayın diye sergiliyor.


Diyanet İşleri Başkanlığının kontrolü altındaki büyük yayınevlerinde Ali Şeriati’nin kitapları peynir ekmek gibi satılıyor. Ortada iki şık var:


Ya Diyanet sattığı kitapları kontrol etmiyor,


Yahut Ali Şeriati’yi İslamcı bir yazar kabul ediyor ve kitaplarını satmakta bir sakınca görmüyor.


Ali Şeriati konusunda son derece müsamahakâr olan Diyanet, Hatemü’l-fukaha ve Fahrü’l-muhaddisîn merhum Ahmed Davutoğlu Hoca’nın “Din Tahripçileri” adlı kitabını raflarında bulundurup satmıyor. Çünkü bu kitapta, kendisini müctehid ilan etmiş Prof. Hayrettin Karaman’a yöneltilmiş çok haklı ve uyarıcı tenkitler vardır.


“Allah gerçek bir Janus...” ibaresi acaba kitabın Farsça orijinalinde yok da, Türkçe tercümesinde mi sokuşturuldu, sorusuna şu cevabı veririm:


Bendenizde kitabın Farsça orijinalinin o sayfası var, “Allah yek Canus-i hakiki est! Hüdai ba du çehre...” (s: 82)...” diyor. Tercümeye lüzum yok. Hakiki kelimesini biz de kullanıyoruz.


Ali Şeriati’nin hayranları, bu gibi tenkitleri insaf ve adaletle karşılamıyor, yöneltenlere hakaret ediyorlar. “O bir mücahittir... O bir şehittir...” diyorlar. Yahu mücahit ve şehit olmak, İslâm’ın sahih Tevhid akidesine aykırı küfür sözleri söylemeye hak kazandırır mı?..


Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Heyeti, Ali Şeriati’nin “İslam Şinasi=Muhammed’i Tanıyalım” kitabının Türkçe tercümesinin 1988 tarihli baskısının 151’inci sayfasındaki “Allah gerçek bir Janus...” sözü hakkında Türkiye Müslümanlarını aydınlatmalıdır. Bir Müslüman, bir muvahhid böyle bir söz söyleyebilir mi? Söylerse ona ne lazım gelir? Bu söz bir küfür sözü değil midir? Hiçbir şeye benzemeyen Allahü Teala hazretlerini bir Roma putuna benzetmek büyük bir sapıklık değil midir? Müslümanların böyle kitapları okumaları caiz midir?


İmkânım olsa, Caferî ulemasına da bu konuda (saygıda kusur etmeksizin) sorular yöneltmek isterim. Şiî-Caferî mezhebine göre, Allahü Teala’ya “gerçek bir Janus” demek caiz midir?.. Sanırım ki, onlar da kesinlikle caiz olmadığını beyan edeceklerdir.


Diyanet İşleri Başkanlığı, acaba tenezzül buyurup soruma cevap lütfedecek midir? Ederlerse bu sütunlarda yayınlayarak halkımıza duyuracağım.


“Muhammed’i Tanıyalım” kitabının bir özelliği de şu: Kitapta Resulullah Efendimizin ismi yüzlerce defa geçiyor, bir keresinde bile başına “Hazret-i” konmamış, yine bir kere bile salât u selam getirilmemiştir. Resulullah Efendimize salât ve selam getirmek farzdır. Zamanımızda nice inançsızlar bile, Efendimizin ismini yalın olarak kullanmıyorlar, başına Hz. koyuyorlar.


(Teşekkür: Ali Şeriati’nin İslam Şinasi adlı kitabının, içinde yukarıda bahis konusu edilen vahim ve fahiş yanlış bulunan sayfasının fotokopisini lütfedip gönderen Dr. Rashaad bey dostumuza teşekkür ediyorum...)"


Millî Gazete, 24 Mayıs 2013 Cuma


Hasıl-i kelâm netice-i meram;


Muhterem Mehmet Şevket Eygi'nin yazıları böyle. Bakalım Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) bu yazıya acilen bir cevap verecek mi yoksa benzer pek çok meselede olduğu gibi yine iyice DİB'e vurup susmayı, duymazdan gelmeyi mi tercih edecek?.. Diyanet'in ölçüsü Ehl-i Sünnet inancı olmalı, bu nevi küfrü mucip sapık faaliyetleri birileri gözüne dürtmeden kendisi görüp gereken tedbirleri almalı, cevabını vermelidir. Yoksa bunun hesabını dünyada da ahirette de veremeleri çok zor olacaktır. Bizden hatırlatması...


http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1172-ali-seriati-kimdir.html





Kâinatın Efendisi’ne “HAZRET” demeyenler…


Ahmet Mahmut Ünlü Hocamız, (Cübbeli Ahmet Hoca) dergimizin geçen sayısındaki yazısında Mustafa İslamoğlu’nun yanlışlarıyla ilgili mühim bilgiler verdi. İslamoğlu hakkında, benim de söyleyeceklerim var. Hatta vereceğim bilgiler içinde birisi var ki, orijinali sadece bende var, Türkiye’de benden başka da kimsede yok…


Bu bilginin ne olduğunu merak edeceğinizi biliyorum. Ama zaten belgesiyle göreceğinize ve nasıl olsa eninde-sonunda öğreneceğinize göre aceleye lüzum yok. Zaten o kadar da mühim bir şey değil.


Bunun ne olduğunu İslamoğlu’nun yakın çevresinin merak edeceğini de biliyorum. Ârifan’ı dikkatle takip ettikleri için yakında onlar da göreceklerdir zaten.


Öyle tahmin ediyorum ki, neyi kastettiğimi İslamoğlu kendisi de bilir. Onun için o da acele etmesin. Kendisi hakkındaki itiraz edemeyeceği o hüküm cümlelerini nasıl olsa bu dergide o da okuyacak. O bilgiye Hilal Televizyonu seyircileri de ulaşınca, kendilerinin kandırıldığını anlayacaklar. İşte o zaman “Takke düştü kel göründü” olacak, İslamoğlu’nun saçının ak mı kara mı olduğunu herkes görecek. Biliyorum, şimdiden “Kelimiz yok ki gocunalım. Ne biliyorsa söylesin” diyerek etrafını da oyalayacak kendisi de oyalanacaktır ama varsın oyalanadursun. Ben şimdilik kendisine, “Temetta’ bikavlike galîlen” diyorum…


Bu kısa önsözden sonra yavaş yavaş esas konumuza girelim…


İslamoğlu’nun kaleme aldığı kitaplardan birisinin ismi şöyle: ÜÇ MUHAMMED.


Muhammed diye kasdettiği de sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem…


Lütfen kitabın ismine dikkat! Peygamberimiz’in isminin yanında “Hazret” kelimesi olmadığı gibi hürmet ifade eden başka bir kelime de yok. İslamoğlu, işte bu isimdeki bir kitapla müslümanlara Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında nizâmât vermeye çalışıyor.


Nizâmât da demiyelim de Müslümanlara şekil vermeye çalışıyor diyelim. Yani kendine göre bir şekil…


Aşağıda da okuyacağınız gibi, İslamoğlu Peygamberimiz’e “Hazret” dememekte yalnız değil. Onunla aynı düşüncede olanların hepsi böyle. Onlar da Allah dostlarını hürmetle anmıyorlar. Gördüğünüz gibi, onların dillerinde Peygamberimiz “Hazret”siz, “Sallallâhü aleyhi ve sellem”siz, sadece Muhammed…


Bunlar, sadece Peygamberimiz hakkında değil bütün peygamberler (salevâtüllâhi aleyhim ecmâîn) hakkında da böyleler. Onlara göre meselâ Hazreti Âdem, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa yok. Âdem, İbrahim, İsa, Musa var. Peygamberler sanki onların ya asker arkadaşı veya çelik çomak oynadıkları oyun arkadaşı...


Onlar peygamberlerden böyle bahsederken, bu memleketin solcuları bile meselâ Doğu Perinçek bile Peygamberimiz’den bahsederken, “Hazreti Muhammed” diyor.


Yukarıda, “Bu hususta İslamoğlu yalnız değil” demiştik ya, ona geleyim. Meselâ İslamoğlu’nun sevdiği, beğendiği ve okuyucularına zaman zaman model olarak sunduğu birisi var: Ali Şeriatî…


Peygamberimiz hakkında Şeriatî’nin de bir kitabı var. İsmi de şöyle: Muhammed Kimdir.


Bakın! İslamoğlu gibi o da “Hazret” dememiş. Hazret demese de onun yerine hürmet ifadesi olarak başka bir ifade kullanıyor mu bari, meselâ aleyhisselam diyor mu? Ne gezer!... Hem demiyor, hem demesi beklenmez de…


Hatta “Hazret” dememesi şöyle dursun, Peygamberimiz’e HAKARET EDİYOR!


Bunun nasıl bir hakaret olduğunu aşağıda okuyacaksınız. Mustafa İslamoğlu’nun örnek şahsiyet olarak gösterdiği kişi işte böyle birisi. İkisi de Peygamberimiz’e “Hazret” dememekte ortak. Birinin yazdığı kitabın ismi ÜÇ MUHAMMED diğerinin ki MUHAMMED KİMDİR?


Değerli okuyucular! Bu yazıyı aslında Mustafa İslamoğlu’nu tanıtmak için kaleme almıştık. Ama söz onun hayran olduğu Ali Şeriatî’den açıldığı için konu ona kaydı. Ama mühim de değil. Çünkü ikisinden birini anlatınca diğerini de anlatmış oluruz. Nitekim, “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” denilmemiş mi? Hoş İslamoğlu ile Şeriatî de birbirlerinin fikir arkadaşı zaten. Üstelik İslamoğlu böyle bir arkadaşlıktan şeref de duyar...


Birkaç sene önce, İstanbul kütüphanelerinin birinin müdürü olan arkadaşım, “Mustafa İslamoğlu’nun ÜÇ MUHAMMED isimli kitabını okumak istedim. Fakat ancak yarısına kadar okuyabildim. Daha fazla tahammül edemeyip bıraktım” demişti. Onun üzerine merak ettim, ne pahasına olursa olsun okumalıyım deyip başladım. Tahammülsüzlük kelimesini unutup kitabı bitirdim. Arkadaşım yerden göğe kadar haklıymış.


Neyse, İslamoğlu’nun sitayişle bahsettiği ve öve öve bitiremediği Ali Şeriatî’nin MUMAMMED KİMDİR kitabına bakalım ve “İnsanın eseri o insanın kendisidir” fehvasınca, Şeriatî’yi kendi eserinden tanıyalım.


Ali Şeriatî’nin bu eseri, 1988 Ankara baskılı. Basan Fecr Yayınevi.


Şeriatî İranlı bir şiî. Bizde İranlılara acemler derler. Dilimizdeki “Acem yalanı” sözünün sebebi de şu:


Malum, Şiîlikte takiyye diye bir şey var. Takiyye, gerçek inancını gizleyip, inancına ters şekilde konuşmak. Bizim dilimize bu “Acem yalanı” olarak yerleşmiş. Onun için, çok yalan söyleyen birinin sözüne inanılmaması icap ettiğini anlatmak için, “ Boşver canım. Onunkisi düpedüz acem yalanı” derler.


Ali Şerîatî MUMAMMED KİMDİR isimli kitabında sözde Peygamberimiz’in hayatını anlatacak ya, daha önsözde “Benim bu öyküye bakış açım mezhebî îtikadlar açısından değil” diyerek okuyucuya takiyye yapıyor. Diğer bir ifadeyle acem yalanına baş vuruyor. Çünkü, kitap başından sonuna kadar, söylediğinin tam tersi yazılarla dolu. Önsözde kitabı hakkındaki ikinci yalanı da şöyle: “…her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak…”


Önyargıdan ne kadar uzak olduğunu da aşağıda göreceğiz. Önsözde yazdığına göre Peygamberimiz’i kitabında şöyle anlatıyormuş: “…bir Müslüman olarak değil de, tarafsız, ilmî bakış açısıyla olayları değerlendiren bir düşünür olarak Muhammed’in görüntüsünü sergilemek…”


İşte bu doğru… Peygamberimiz’i, gerçekten “bir Müslüman olarak” anlatmamış. Zaten Müslüman olarak anlatacak olsa, “Muhammed’in görüntüsü” demezdi. Ya “Hazret” ya “Aleyhisselam” veya “Peygamberimiz” derdi. Çünkü, Müslümanlık Peygamberimiz’i hürmetsiz anmaya engeldir.


Şeriatî’nin, Peygamberimiz’in hayatı hakkında kullandığı ifade de şu: Muhammed’in Siyeri.


Şimdi, Ali Şeriatî’nin, kitabının ileriki sahifelerinde yazdıklarına madde madde bakmaya çalışalım:


1- Hazreti Ömer zamanında İslam’ın İran’a girmesini içine sindiremediği için, buna bir türlü fetih diyemiyor. “Arapların saldırısı”, “Ömer’in İran’a saldırı kararı” diyor. (s.13, 14)


2- Müslümanların İran’ı fethetmeleri içine öyle oturmuş ki, bu fethi hem sıradan bir savaş gibi görüyor hem de Müslümanları vahşî kabileler olarak anlatıyor. Ona göre Müslümanlar vahşî, o zamanki imansız İran ile Doğu Roma ise ileri bir toplum. Yine ona göre İran’ın fethi kudsî bir gayeye dayanmayan bir hegemonya. İşte sözleri:


“Burada İran veya Doğu Roma’nın Araplara yenilişi söz konusu değildir. Çünkü vahşî kabilelerin medenî toplumlara saldırısı ve onlara karşı zafer elde etmesi büyük ve ileri toplumlar üzerinde hegemonya (baskı ve üstünlük) kurması tarihte tekerrür eden bir olaydır.” (s: 15)


3- Şeriatî’ye göre Peygamberimiz Bedir Harbi’ni, “Başarı kazanamazsam yahudi ve münafıklar bana ne derler” telaşıyla yapmış. Peygamberimiz’in düşüncesini şöyle aktarıyor:


“Nasıl olur da eli boş Medine’ye dönebilirdi. Yahudi ve münafıklar ne derlerdi.” (s: 29)


Bedir Harbi’ne katılan ashabı kiram hakkında ise şöyle diyor:


“…çoğu yağmalama hedefiyle yola çıkan bir ordu…”


Yani, ona göre ashabı kiram Bedir’de Allah için, din için cihad etmemiş, yağma için yola çıkmış.


4- Şeriatî, Bedir harbine iştirak eden ashabı kötülemeye şöyle devam ediyor:


“Muhammed’in ordusunda (İfadedeki hürmetsizliğe dikkat!) bir grup, cedelleşmeye ve münakaşaya başladı. Onlar şöyle diyordu: “Biz savaş için değil ganimet için yola çıktık. Nasıl olur da 313 kişi hem de böyle sınırlı bir techizat ile, savaşa hazır, kılıç kuşanmış bin kadar savaşçıya karşı, mutsuz ve ümitsiz bir harbe girilebilir diyordu.” (s: 32)


Bedir ordusundaki asbabı kiramı, içten içe kaynayan, ihanet etmek için fırsat kollayan kimseler olarak anlatıyor:


“Muhammed… (Hazret demiyor) öyle güzel koordine etti ki, kimseye bir an bile olsun, ihaneti düşünme fırsatı vermedi.” (s: 32)


5- Ashabı kiramın büyüklerini bile değişik tevhid anlayışı taşıyan, ayrı ayrı inanca sahip olan kimseler olarak gösteriyor:


“Ebûbekir’in tevhid anlayışı…


Bilal’in tevhid anlayışı..


Evet bu iki tevhid anlayışı arasındaki fark, Bedir’de iyice kendini gösterdi.” (s: 36)


Allahın rızasından başka bir şey düşünmeyen Bedir aslanlarını kötülemeye devam ediyor:


“Kin ve intikam ateşi daha da büyümekteydi… Peygamberin ünlü dost ve yardımcısı Ebû Huzeyfe intikam ve kin ateşi içinde yanıyordu.” (s: 40)


6- Kendi isteğinin tersine zaferle son bulan Bedir savaşı sonrasını Şeriatî şöyle anlatıyor:


“İslam ordusu ilk defa olarak en çetin savaşlardan birinden dönüyordu, gururlu ve muzaffer olarak.


Gurur!?.. Bu çok çirkin bir huy ve özelliktir. (s: 42)


Gördüğünüz gibi, İslam ordusunu önce gururlu olmakla suçlayıp arkasından da gururun çirkin bir şey olduğunu söylüyor. Böylece, ashabı kiramı çirkin bir huya sahip olan bir topluluk olarak gösteriyor.


7- Sıra geldi Uhud harbini anlatmaya. Burada da ashabın en öndeki üç büyüğüne dil uzatmaktan geri durmuyor:


“Osman firar etmişti. Ömer ve Ebûbekir ortalıkta görünmüyordu. (s: 65)


8- Uhud’dan sonraki Hamrâül Esed gazvesini anlatırken de Peygamberimiz’i insafsızca hareket etmekle suçluyor.


“Peygamber, Ümmü Mektum’u Medine’ye başkan olarak atayıp, henüz yüreği yaralı çocuk ve kadınların inilti ve ağlama sesleri duyulan evlerden, yorgun ve yaralı Müslümanları çıkarıp harekete geçirdi… (s: 70)


Yorgun ve yaralı insanlar sefere çıkarılır mı? Bu kadar da insafsızlık olur mu demeye getiriyor.


9- Mekke’nin fethinden sonra Peygamberimiz genel af ilan etmiş, ancak birkaç kişinin bulundukları yerde öldürülmelerini emretmişti. Bunlar, işleri güçleri İslamı ve Peygamberimiz’i kötülemek olan kimselerdi. Şeriatî, bu meseleden bahsederken şöyle diyor:


“Komutanlara emir şuydu: “Sizinle savaşmayanlarla değil, savaş açanlarla çarpışın.” Fakat bir grubu adlarıyla açıkladı. Ve şöyle dedi: “Onları Kâbe’nin perdesi (örtüsü) altında bulsanız da öldürün.” (s: 189)


Şeriatî, bu meseleyle ilgili 106 nolu dipnotta Peygamberimiz’e olan düşmanlığını açıktan açığa ortaya koyuyor. İşte kullandığı ifadeler:


“Peygamber’in sükûnet ve huzur sağlamaya, Mekke’de kan dökmeyi önlemesine karşın, öyle bir ortamda tavizsizlik göstermesi, onun ruhsal yapısının normal bir ruhi yapı olmadığını gösteriyor. Onun hayat serüveni bu örneklerle doludur.


Gördüğünüz gibi, Peygamberimiz’i hem tavizsizlikle suçluyor hem de, “Normal bir ruhi yapısı olmadığını” söylüyor. Daha da ileri giderek “Hayatı bu örneklerle doludur” diyor. Yukarıda, “Peygamberimiz’e “Hazret” dememesi şöyle dursun, HAKARET EDİYOR!” dediğim işte buydu değerli okuyucular.


10- Huneyn Harbi’ni nasıl anlattığına geçmeden önce bir hatırlatma yapalım. Bu harpte Müslümanlar önce gafil avlanıp Hevâzin ve Sakif kabilelerine mensup müşrikler karşısında bir sıkıntı yaşamışlarsa da sonunda toparlanmışlardı. O harpte müşriklerin kumandanının ismi Mâlik bin Avf idi.


Lütfen Hevâzin ve Sakif kelimelerinin müşrik, kumandanlarının da Mâlik bin Avf olduğunu unutmayınız. Bakın Ali Şeriatî Huneyn Harbi’ni nasıl anlatıyor:


Sabah karanlığı, derenin darlığında Müslümanlar, elleri bağlı gözleri kapalı olarak kendi kadın-çocuk ve mallarıyla birlikte gelen fedâkâr Hevâzin ve Sakif savaşçılarının amansız darbeleri altında kıvranıyordu. (s: 213)


Gördüğünüz gibi, müşriklere fedâkâr diyor. Anlatmaya devam ediyor:


“Bu sırada Hevâzin’in yürekli bayraktarı kızıl kıllı deve üzerinde ilerliyordu…. Bulduğunu mızrakla vurup düşürüyordu. (s: 216)


Hevâzin kuvvetlerinin bayraktarını yürekli diye övüyor. Müslümanları vurup düşürmesinden ise büyük zevk aldığı anlaşılıyor. Aşağıda gördüğünüz gibi müşriklere fedakâr demekte israr ediyor:


“Fedâkâr Hevâzin ve Sakif müttefikleri gerçi kadın-çocuk ve servetlerini savaş alanına getirmişlerdi. Fakat her an şiddetlenen, sertleşen, hışmı artan, saldırgan fırtına karşısında gitgide ümitsizleşiyorlardı. (s: 217)


Evet müşriklerin gitgide ümitsizleşip sonunda belalarını buldukları doğru. Ne var ki, Ali Şeriatî buna kahroluyor. Ama müşrik kuvvetlerinin kumandanını son ana kadar kahraman olarak anmakta da direniyor. Bakın:


“Son anlara kadar direnen Huneyn kahramanı Mâlik bin Avf… (s: 221)


Müşrikleri bu kadar öven yazarın İslam askerleri hakkında ne dediğini merak ediyorsanız buyurun:


“…büyük ve dengesiz bir ordu…” (s: 229)


11- Yukarıda temas etmiştik. Şeriatî, kitabının önsözünde “Benim bu öyküye bakış açım mezhebî îtikadlar açısından değil” diyordu. Kendi düşüncesinin de şöyle olduğunu söylüyordu: “…her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak…”


Bu nasıl önyargı ve taraf tutmaktan uzaklıktır ve mezhebî itikadlar açısından bakmamaktır ki, ashabtan baba oğul iki mümtüz sîma hakkında şu ifadelerde bulunabiliyor:


“Yarımadada Ebû Süfyanlar, Muâviyeler, münafıklar pusuya yatıp, fırsat kollamaktaydı..” (s: 314)


Eğer mezhebî açıdan bakmamış olsaydı, Hazreti Ebû Süfyan ve Hazreti Muâviye radıyallâhü anhümâ hazretlerini münafıklarla beraber pusuya yatanlar olarak anmazdı.


Maamâfîh, yukarıdan beri yazdıklarımızdan, pusuya yatanların o iki mümtaz sahâbî mi yoksa Ali Şeriâtî’nin kendisi mi olduğu okuyucularımız tarafından gayet açık anlaşılmıştır.


Yazımızın sonuna geldik. Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e nasıl hakaret ettiğini anlattık ama Mustafa İslamoğlu ile ilgili yazacağımız şeyi yazamadık.


Zaten Şeriatî ile söyleyeceklerimiz bile bitmiş değil. Nasipse Ârifan’ın bundan sonraki sayılarında bunların hepsini teker teker işleyeceğiz. Tâ ki Müslümanlara zemzem diye zehir içirilmesin. Şimdilik fî emânillah…


Ali Eren 9/3/2009


http://gercekaliseriati.blogspot.com/2013/09/peygamber-efendimizin-sav-dusman-ali.html#more

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.