2 Aralık 2017 Cumartesi

Vahdettin'in huzurunda Kuran'a el basarak yemin eden mustafa kemal Osmanlı'ya ihanet etmiştir





Atatürk, Vahdettin huzurunda Kuran'a el bastı

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Bandırma Vapuru ile Samsun’a gitmeden bir gün önce İstanbul’da, Kuran-ı Kerim üzerine el basarak yemin ettiği ortaya çıktı. Sultan Vahdettin’in huzurunda yemin eden Mustafa Kemal’in bu yemini 90 yıl sonra ortaya çıkan bir hatıratla gün ışığına çıktı.

Vatan'ın haberine göre son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in döneminde Bahriye Nazırlığı ve Başyaverlik görevlerinde bulunan Ahmet Avni Paşa’nın kaleme aldığı çarpıcı detaylarla yüklü hatıratı, 90 yıl sonra ortaya çıkarıldı.

Yazar Osman Öndeş’in kaleme aldığı, “Vahdeddin’in Sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor” isimli kitapta yer alan hatıratla, Vahdeddin’in Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ve Mustafa Kemal Paşa ile ilişkisine dair karanlıkta kalan birçok nokta aydınlandı. Kitapta yer alan bilgilere göre, Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’yı, Osmanlı Ordusu’nun dağıtılması sürecini denetleme ve asayiş için görevlendirmeye karar veriyor. Vahdettin, Atatürk’e, üstleneceği görevi layıkıyla yerine getireceğine dair yemin ettiriyor. Yıldız Camii’ne gelen Mustafa Kemal, cuma selamında, 15 Mayıs 1919’da, Kuran-ı Kerim’e el basıp yemin ediyor.

Yemin olayı ise şöyle anlatılıyor: “Sadrazam Paşa, Yaver Paşa padişahın iki tarafında birer adım gerisinde idiler. Mustafa Kemal Paşa askeri duruşuna dini bir edâ dahi vererek ilerledi ve sağ elini Kuran-ı Kerim’in üzerine koyarak şu yemini eyledi. ‘Heyet-i Vükelaca tanzim olunup Padişah Hazretlerinin iradesine sunulan yirmi bir maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler doğrultusunda padişah hazretlerimizin Anadolu vilayetlerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerindeki teftiş ve tedkikat görevimi, padişah hazretlerinin müsaadeleri doğrultusunda iftiharla ve sahip olduğum yetkiler doğrultusunda tüm sadakatimle yapmaya gayret edeceğime vallâh billâhi.”

Vahdettin’in hayal kırıklığı

Yemin edildikten bir gün sonra, 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Genel Müfettişi vazifesiyle 18 silah arkadaşıyla birlikte Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan Samsun’a doğru yola çıkıyor. Kitapta, Bandırma Vapuru’nu hazırlayan kişinin de Avni Paşa olduğu anlatılıyor.

Mustafa Kemal ve arkadaşları Samsun’a gidip Kurtuluş Savaşı sürecinin kıvılcımını çaktıktan sonra Vahdettin ve İstanbul’la ilişkileri koparmıştı. Avni Paşa, bu Vahdettin’in ülkeyi terk etmeden önce hem yakın çevresine hem de Mustafa Kemal’e serzenişte bulunduğunu anlatıyor. Avni Paşa, şunları yazıyor: “Anadolu’ya düşmanları defetmesi için görevlendirdiğimiz Mustafa Kemal’in ihtirası ve muvazaası karşısında kaldım. Her tarafımı istila eden kör ve nankörler arasında dolandım ve ıztırap içerisinde bunaldım. Bu şekildeki hilafete, kendimde ne direnme ve ne de itaat imkanını göremeyerek, ortalık sakinleşinceye kadar belirli bir süre için bu tehlikeli mıntıkadan uzaklaşmaya karar verdim.”

Ahmed Avni Paşa kimdir? 1878’de Batum’da doğan Ahmed Avni Paşa, 1897 Osmanlı-Yunan, Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşları’na katıldı. Son padişah Vahdettin’in başyaverliği görevi ile Bahriye Nazırlığı görevlerini yürüttü. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 yılında 150‘likler listesine dahil edilerek sürgüne gönderildi. Lübnan’ın sahil kasabası Cünye’ye yerleşti ve ölümüne kadar burada yaşadı.

http://t24.com.tr/haber/ataturk-vahdettin-huzurunda-kurana-el-basti,193608

Sultan Vahideddin Ben hain değilim...

“Tahta geçer geçmez cephelerimizin birbiri ardından düştüğü haberlerini almaya başladım. Ülke hızla kan kaybediyordu. Beraber savaştığımız ülkelerden ayrı bir barış yapmak istedim ama ‘ihanet şebekesi’nin engellemesiyle karşılaştım. O uğursuz Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasına kadar böyle devam etti.

SORUMLULAR KAHRAMAN İLAN EDİLDİ

Mütarekeden ben değil, onu imzalayan Rauf (Orbay) Bey ile İçişleri Bakanı Fethi (Okyar) ve devleti böyle bir acı mecburiyete düşürmekte cidden rol sahibi bulunan Mustafa Kemal gibi bugünkü Millî Mücadele reislerinin sorumlu ve suçlu olması gerekir. Zira anayasa gereği icraattan Padişah değil, hükümet sorumludur. Ancak asıl sorumlular bugün kahraman ilan edilmişlerdir.

Temel siyasetim, içeride makul ve ılımlı bir ıslahata girişmek, dışarıda ise aleyhimizdeki gayzın bertaraf olacağı güne kadar vakit kazanmaktı. İzmir’in işgali başlangıçta Büyük Devletler meselesiydi. İtilaf devletleri Yunanistan konusunda fikir ayrılığına düşünce meselenin mahiyeti değişti. Başlangıçta sabırla beklemek taraftarıyken işgal bir Yunan meselesi haline gelince tavrımı değiştirip mağlup olmamak şartıyla direnişe taraftar oldum. Nitekim Kuva-yı Milliye’ye eğilim duyan kabineleri iktidara getirdim. Ancak bu sırada Mustafa Kemal itaat dairesinden çıkmış, kendi başına işler yapmaya başlamıştı.

SEVR'İ TASDİK ETMEDİM

Bize Sevr’i dayatıp 24 saat süreniz var, dediler. Ben de vakit kazanmak için antlaşmanın hükümetçe kabulüne taraftar göründüm. Nasıl olsa onay aşamasında önüme gelecekti. Nitekim Sevr Antlaşmasını tasdik etmedim.

SALTANATIN KALDIRILMASI, BAŞKENTİN ANKARA'YA TAŞINMASI

“Kemalciler”in İstanbul’da nüfuz kurmalarını sağlayan Tevfik Paşa hükümetinin yaptıklarına da ses çıkarmadım. Ta ki Saltanatın Hilafetten ayrılması ve başkentin Ankara’ya nakline kadar. Birincisine, Şer-i şerife kesinlikle aykırı ve vekili bulunduğum Peygamber Efendimiz Hazretleri’nin haklarından feragati içerdiği, ikincisine ise hilafeti İstanbul gibi siyasî ve tarihî bir dayanaktan mahrum eylemek demek olduğu için karşı çıktım.

YALNIZ VATANLARINA DEĞİL, BÜTÜN İSLAM ALEMİNE İHANET ETTİLER

Şimdi bana haksız yere vatana ihanet suçu isnat edenler, hilafeti hukuk ve nüfuzundan ayırıp değiştirerek bu Muhammedî saltanatı yıkmış ve yalnız vatanlarına değil, bütün İslam alemine ihanet etmişlerdir.

..Ben milletimin aydınlarının vatanî ve vicdanî görevlerini bu derece kötüye kullanmayacakları hakkındaki hüsn-ü zannıma ait olan hatamı itiraf ederim.

HAKİKAT MAĞLUP EDİLEMEZ

Hilafet meselesinin halli 300 milyonluk İslâm âlemine düşecek bir büyük meseledir. Dolayısıyla şimdi ben Hilafet hakkında Ankara’da ve İstanbul’da verilen fuzulî ve cebrî hükmü kesinlikle kabul etmeyerek hakkımda reva görülen iftiraları onları yakıştıranlara büyük bir nefretle red ve iade ederek, memleketin ırk ve din ayırmaksızın bütün ahalisinin mutluluk ve refahından başka bir emeli olmayan ve adalet ve itidalin hakim olmasını isteyen müsterih bir kalb ve vicdan ve hak ve hakikatin mağlub edilemeyeceğine dair kuvvetli bir imanla sevgili vatanıma dönünceye kadar ıtır kokulu toprağının ezelden müştakı olduğum Haremeyn-i Şerifeyn’de ve şimdilik Beytullah’ın civarında vakit geçiriyorum.”

(1922'de Ülke Dışına Çıkmaya Zorlanan Sultan Vahideddin’in 1923’te Mekke’de Yayınladığı Beyannamesinden Günümüz Türkçesine Sadeleştirilerek..)

http://osmanlldevleti.blogspot.com.tr/2013/10/sultan-vahideddin-ben-hain-degilim.html

Anadolu'nun her köşesinden gelen vekillerinizin teşkil ettiği Büyük Millet Meclisi; olanı biteni dinleyip anladıktan sonra millete hakikati söylemeye lüzum gördü. İngilizler tarafından satın alınan ve milleti birbirine düşürmek maksadını güden bazı hainler sizi aldatmak için türlü türlü yalanlar söylüyorlar. İzmir'in, Antalya'nın, Adana'nın, Ayıntab ve Maraş ve Urfa havalisinin düşmanlar tarafından işgali üzerine silaha sarılan milletdaş ve dindaşlarımızı yine size mahvettirmek için Padişah ve Halifeye isyan sözünü ortaya atıyorlar. Millet Meclisi, Halife ve Padişahımızı düşman tazyikinden kurtarmak, Anadolu'nun parça parça şunun bunun elinde kalmasına mani olmak, payitahtımızı yine Anavatana bağlamak için çalışıyor. Biz vekilleriniz Cenab-ı Hak ve Resul-ü Ekremi namına yemin ederiz ki Padişaha ve Halifeye isyan sözü bir yalandan ibarettir ve bundan maksat vatanı müdafaa eden kuvvetleri, aldatılan Müslümanların elleriyle mahvetmek ve memleketi sahipsiz bırakarak elde etmektir. Hind'in, Mısır'ın başına gelen halden mübarek vatanımızı kurtarmak için İngiliz casuslarının sizi aldatmak üzere uydurdukları yalana inanmayın! İzmir'ini, Adana'sını, Urfa ve Maraşı'nı, El-Hasıl vatanın düşman istilasına uğramış kısımlarını müdafaa edenler, din ve milletlerinin şerefi için kan döken kardeşlerinizi arkadan size vurdurmak isteyen alçakları dinlemeyin ve onları Millet Meclisi'nin kararı üzerine cezalandıracak olanlara yardım edin, ta ki din son yurdunu kaybetmesin, ta ki milletimiz köle olmasın. Biz birlik oldukça düşman üzerimize gelemeyeceğini resmen ilan etti. Onun candan özlediği aramızda nifak ve şikaktır. Allah'ın laneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun ve rahmet ve tevfik Halife ve Padişahımızı, millet ve vatanı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın.

Büyük Millet Meclisi emriyle Reis Mustafa Kemal

Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 27 Nisan 1920, Nr: 25



25 Şubat 2017 Cumartesi

Mustafa Kemal’in Filistin Cephesi Hezimeti







Filistin Cephesindeki Hezimet
Filistin cephesinde üç ordumuz vardı. Dördüncü, Yedinci ve Sekizinci ordulardan mürekkep olup,”Yıldırım Orduları” adını alan bu kuvvetlerin cephe kumandanı Liman Von Sanders ‘idi.
Dördüncü ordu kumandanı Cemal Paşa , sekizinci ordu kumandanı Cevad Paşa , yedinci ordu kumandanı iseMustafa Kemal Paşa idi. (….) 31 Ağustos 1918 de bu cephede o kadar âni bir çöküş vukûa geldi ve bu hal, o derece sür’atli bir hezimete yol açtı ki, kilometrelerce geride bulunan ordu kumandanları bile canlarını güçlükle kurtarabildiler.
Devletimizi Mondros Mütârekenamesini imzalamaya mecbur bırakan bu hezimet esnasında sekizinci ordu kumandanı Cevat Paşa , kalpağını bile alamadan kendisini Şâm’a zor atmıştır.
Bu hezimet, yedinci ordu kumandanı Mustafa Kemal Paşa ‘nın sağ ve solundaki dördüncü ve sekizinci ordulara haber vermeden âni bir şekilde ric’at (geri çekilme) etmesiyle ortaya çıkmıştır.
Bu sûretle merkezi durumdaki yedinci ordunun ani ve habersiz geri çekilmesi ile cephede açılan boşluktan saldıran İngilizler, sağ ve soldaki dördüncü ve sekizinci orduları arkadan kuşatarak 75bin esir ve 375bin adet top ele geçirmişlerdir.
[Kadir Mısıroğlu – Lozan zafer mi, hezimet mi?]
Filistin Cephesi’ndeki Hain M. Kemal Atatürk mü?


Filistin Cephesi İhaneti, Üstad Kadir Mısıroğlu


https://www.youtube.com/watch?v=NgGsWWNdf_M


Kadir Mısıroğlu “Filistin Cephesi’nde bir Hain vardı” diye bas bas bağırıyor, fakat okullarda öğretilen yalan tarih nedeniyle birçok insan Kadir Mısıroğlu’nun yalan söylediğini düşünüyor ve kendisine haksız olarak kin besliyor.


Bizde, “www.belgelerlegercektarih.wordpress.com” sitesi olarak naçizane, Kadir Mısıroğlu’nun söylediklerini destekleyen kaynakları bu davaya hizmet etmek amacıyla istifadenize sunuyoruz.


***


Düşman Ordusu, 19 Eylül 1918’de Nablus güneyinde batıdan-doğuya doğru 8, 7 ve 4. Orduların savundukları mevzilere karşı büyük bir taarruz harekâtı başlatmıştır. M. Kemal’in başında bulunduğu 7. Ordunun kabul edilemez bir şekilde 8. ve 4. Ordulara haber vermeden ani bir surette geri çekilmesi, 8. ve 4. Orduların imhasına sebep olmuştur. Neticede Nablus Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu çatışmalarda; Mareşal Liman Von Sanders’in Yıldırım Ordular Grubu bozguna uğramış, Cevat Paşanın 8. Ordusuyla kuruluşundaki Albay Refet (Bele)’in 22.Kolordusu imha olmuş, M. Kemal’in 7.Ordusuyla kuruluşundaki Ali Fuat Paşanın (Cebesoy) 20.Kolordusu ve Albay Ismet (Inönü)’in 3.Kolordusu ağır zayiat vermiştir.[1]


Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız


Nablus Meydan Muharebesi, 19-21 Eylül 1918. KAYNAK: Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, cild 4, Klasör 2, Sina-Filistin Cephesi, Kroki 55.


***
Kemal’in Şam’a 29 Eylül 1918 akşamı ulaştığı Osmanlı Başkomutanlık Kurmay Başkanlığına yolladığı rapordan anlaşılmaktadır.[2]
Kemal, 1 Ekim 1918’de Şam’ın düşmanın eline geçmesinden sonra, Şam-Rayak (Riyak) hattında savunmanın devam edemeyeceğini değerlendirerek, birliklerine Halep istikametinde çekilme emri verirken, Mareşal Liman Von Sanders ise bulunulan mevzilerde savunmaya devam edilmesini bildirir.[3] Ancak M. Kemal, Liman Von Sanders’in verdiği emrin altına: “Gördüm. Benim emrimden başka türlü hareket etmek mümkün değildir” şeklinde not yazmıştır.[4] Yani M. Kemal komutanın emrini dinlememiştir.


Kendi kafasına göre hareket eden M. Kemal, 5 Ekim 1918’de Halep’e gelmiş[5], 7 Ekim 1918’de Istanbul’daki bir arkadaşına barıştan başka yapılacak bir şey kalmadığını bildirmiştir.[6] Ekim sonuna doğru Karargâhını tren istasyonunun iki kilometre kadar kuzeyinde bulunan tepeye almış ve Halep şehrini boşaltmıştır.[7]
Kemal’in Filistin cephesinden ağır zayiat verip Şam’a (Riyak), Şam’dan Halep’e ve nihayet Halep’ten de kaçması takriben “40 gün” gibi kısa bir süreçte olmuştur.


Şam’dan Halep’e çekilme, 30 Eylül–26 Ekim 1918. KAYNAK: Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, cild 4, Klasör 2, Sina-Filistin Cephesi, Kroki 62.


***


Bu süreci General Allenby’nin yazdıklarından okuyalım…


General Allenby 7. ve 8. Orduların (7. Ordu M. Kemal’in Ordusu) çekilme yollarını süvari birlikleriyle tıkayarak her iki Orduyu da büyük ölçüde imha veya esir ettiğini savaş raporuna yazmıştır.


Işte General Allenby’nin 19-20 Eylül günleriyle ilgili yazdıkları:


“36 saat zarfında 8. Ordu’nun büyük kısmı mağlup edildi. 7. Ordu kıtaları da Samariye tepelerinden geri çekilmeye zorlandı. Piyadelerimiz geri çekilen düşmanı süratle takip ederek süvari kıtalarımızın arasına sürdü. Bunun sonucunda 7. ve 8. Türk orduları `bütün silah ve malzemeleriyle´ elimize düştü.”


Allenby 24 Eylül’de `kalan son birliklerin de esir alınarak´ her iki ordunun varlığına son verildiğini yazıyor. Toplam `57 bin esir´ alınmış, bunların 5.500’ü subaymış. Raporda 360 top ve üç Türk ordusunun (4., 7. ve 8. orduların) silah ve malzemelerinin ele geçirildiği de belirtiliyor.[8]


Ingiliz Ordusu Komutanı General Allenby, Şam’a kadar olan Türk Ordusunun harekatını da şöyle anlatmaktadır:


“Eylülün 26. günü, Şam’a doğru ileri harekete geçildiği zaman, 45.000 Türk ve Alman Şam’da veya Şam’a doğru çekilme halinde bulunuyordu. Bütün düşman birlikleri intizamlarını (düzgün dizilme) kaybetmekle beraber, kendilerine vakit kazandırıldığı takdirde ileri hareketimizi geciktirecek bir kuvvet meydana getirebilirlerdi. Fakat 4.Ordunun geri kalan kısmının imhasıyla, 20.000 kişinin esir alınması, buna imkân bırakmadı. Filistin ve Suriye’deki Türk Ordularının, 4.000’i silahlı olmak üzere 17.000’i bulan bakiyesi (geriye kalanı) her türlü teşkilattan, nakil (ulaştırma) vasıtalarından, hatta savunma için bile olsa, faaliyette bulunmaya elverişli her çeşit malzemeden yoksun bir insan kalabalığı halinde, kuzeye doğru kaçmaktaydı…” [9]


***


19 Eylül 1918’den 26 Ekim 1918 tarihine kadar geçen ve takriben`40 gün´ devam eden geri çekilme süresince verilen zayiat


19 Eylül 1918’de başlayan Nablus Meydan Muharebesi’nden itibaren, 26 Ekim 1918’de Halep kuzeyinde Katma’da yapılan son muharebeye kadar geçen ve takriben `40 gün´ devam eden geri çekilme süresince, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığının: `75.000 esir, 360 top, 800’den fazla makineli tüfek, 200 kamyon, 44 otomobil, 89 lokomotif, 468 yük ve yolcu vagonu´ zayiatı olmuştur.[10]


Bir “geri çekilme” sürecinde bu kadar zayiat verilir mi?


Birinci Cihan Harbi’nde esir düşenlerin sayısı 202 bin kadardır. Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, en çok esiri, 75 bin kişiyle M. Kemal Paşa’nın kumanda ettiği Filistin cephesinde verdiğimizi yazmaktadır.[11]


Bu gelişmelere oldukça kızan Harbiye Nazırı Enver Paşa, Fevzi Paşa’ya “M. Kemal Paşa ordusunu bırakıp kaçmış, hemen kurşuna dizilmesi için emir vereceğim”[12] demiş ise de kısa bir süre sonra mütarekeye (Mondros) karar verildiğinden Enver Paşa ülkeden kaçmak zorunda kalmıştı.[13]


Daha da garibi, M. Kemal bu hezimetten sonra Ingilizlerle barış yapmak istemektedir.


11-13 Ekim 1918’de Halep’ten Sultan Vahidettin’e çektiği “çok gizli” telgrafta şöyle diyordu padişahın yaveri Naci (Eldeniz) Bey adına gönderdiği telgrafta:


“Müttefiklerle olmadığı takdirde (Ingilizlerle) ayrı olarak ve mutlaka barışı sağlamak lazımdır ve bunun için kaybedilecek bir an bile kalmamıştır.”[14]


Orijinali: “Müttefiken olmadığı takdirde (Ingilizlerle) münferiden behemahal sulhü takarrur ettirmek lazımdır ve bunun için fevt olunacak bir an dahi kalmamıştır.”


Yani, kimin hain olup olmadığına siz karar verin…


Ayrıca, kemalistlerin; “M. Kemal ne yapsın düşman çoktu” vs. gibi savunmalarına da bir cevap verelim. O cephede sadece Ingiliz birlikleri vardı… Hani ATA’nız 7 düveli yenmişti? Bir Ingiliz Ordusuna karşı mı galip gelemedi? Ayrıca Liman Von Sanders Paşa Alman olduğu halde altı buçuk ay nasıl dayanmış? M. Kemal elin Almanı kadar olamamış mı?


Enver Paşa, Alman Genelkurmay Başkanlığının komutayı değiştirmek istemesi üzerine, 27 Eylül 1918’de Yıldırım Orduları Kurmay Başkanı Kazım Paşaya (Diyarbakırlı), bir telgraf çekerek, Mareşal Liman Von Sanders’in durumunu sormuş, Kazım Paşa Enver Paşaya şu cevabı vermişti:


“Son çekilmeler (ricatlar) Liman Paşayı sarsmamıştır. Fakat çok üzgündür. Durumdan ümitsiz olmamak için elinden gelebilir her cehdi (çalışmayı) ve kuvveti sarf ediyor ve etmektedir. Egemenliğini, özellikle komutanları arasındaki saygılı mevkiini kaybetmemiştir. Sağlık durumu iyidir. Liman Paşanın değiştirilmesini lütfen kabul etmeyiniz. Vaktiyle devamlı bir ricat (geri çekilme) halinde bulunan bir ordunun emir ve komutasını verdiğiniz bu zat, kuvvetinin her halde on kat üstünde bulunan düşmanı altı buçuk ay önünde tutmuş ve sözü geçen orduyla düşmanın büyük küçük yirmi kadar saldırısını püskürtmüştür…“[15]


.


**********


.


KAYNAKLAR:


.


[1] Nablus Meydan Muharebesi, 19-21 Eylül 1918. Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, cild 4, Klasör 2, Sina-Filistin Cephesi, Kroki 55.


[2] Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi, Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu: Klasör 3705, Dosya 28, Fihrist 21;21-1.


Ayrıca bakınız; Şükrü Mahmut Nedim, Filistin Savaşı, 1914-1918, çev. Abdullah Es, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1995, sayfa 157, 158.


– Yusuf Hikmet Bayur, Türk Inkılabı Tarihi, 1914-1918 Genel Savaşı, Bunların Siyasal Tepkileri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1957, cild 3, Klasör 3, sayfa 456, 457.


[3] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Pozitif Yayınları, Istanbul 2004, sayfa 121.


[4] Sabahattin Selek, Anadolu Ihtilali, cild 1 , 4. baskı, Burçak Yayınevi, Istanbul 1968, sayfa 29.


Ayrıca bakınız; Yusuf Hikmet Bayur, Türk Inkılabı Tarihi, 1914-1918 Genel Savaşı, Bunların Siyasal Tepkileri, Türk Tarih Kurumu Yayını, cild 3, Klasör 3, Ankara 1957, sayfa 461.


[5] Necati Çankaya, Atatürk’ün Hayatı, Konuşmaları ve Yurt Gezileri, Tifduruk Matbaası, Ankara 1995, sayfa 22.


Ayrıca bakınız; Vamik D. Volkan ve Norman Itzkowitz, Ölümsüz Atatürk, Bağlam Yayınları, Ankara 1998, sayfa 152.


[6] Murat Bardakçı, M. Kemal’in Kaleminden: Orta Doğu’yu nasıl kaybettik?, Hürriyet gazetesi, 12 Ocak 2003, sayfa 18.


[7] Ayfer Özçelik, Ali Fuat Cebesoy Hayatı ve Faaliyetleri, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü, 1989, sayfa 119.


Ayrıca bakınız; Güngör Cebecioğlu, Atatürk ve Güney Cephelerimiz, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü, 1991, sayfa 56.


Ve bu hususta diğer kaynaklar: Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, çev. M. Şevki Yazman, Burçak Yayınevi, 1968, sayfa 352.


– H.C. Armstrong, Bozkurt, Kemal Atatürk’ün Yaşamı, 5. baskı, Çev. Gül Çağalı Güven, Arba Yayınları, Istanbul 1997, sayfa 75, 76.


– Ismail Hilmi Danişmend, Izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Türkiye Yayınevi, Istanbul 1955, cild 4, sayfa 449, 450.


– Kemal Arı, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1997, sayfa 391.


– Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, çev. Necdet Sander, 14. baskı, Altın Kitaplar Yayınları, Istanbul 2003, sayfa 157.


[8] General Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti. Aktaran: Mustafa Armağan.


[9] Sabahattin Selek, Ismet Inönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1985, cild 1, sayfa 27.


[10] Sabahattin Selek, Anadolu Ihtilali, Istanbul, Burçak Yayınevi, 1968 cild 1, sayfa 31.


[11] Ekrem Buğra Ekinci, Osmanlı’nın Çöküşü, Timaş Yayınları, Istanbul 2014, sayfa 76.


[12] Murat Sertoğlu, Mareşal Çakmak’ın Hatıraları, Hürriyet Gazetesi, sayfa 3, 11 Nisan 1975.


[13] Dr. Hasan Gümüşoğlu, Intikalinden Ilgasına Osmanlı’da Hilafet, Kayıhan Yayınları, Istanbul 2011, sayfa 260.


[14] Atatürk’ün Bütün Eserleri, cild 2, Istanbul 2003, Kaynak Yayınları, sayfa 232.


[15] Karal Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Ikinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı, 1908-1918, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1996, cild 9, sayfa 538, 539.


.


**********


.


Kadir Çandarlıoğlu


.


**********


*


Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:


http://www.belgelerlegercektarih.com


*


*