30 Ağustos 2018 Perşembe

atatürk'ün Şapka giymedikleri için bombalattırdığı şehir Rize







Şapka yüzünden Rize'de idamlar bugün yapıldı!
25 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan Şapka Kanunu'nun ardından bu kanun çeşitli illerde protesto edilmiş, Rize'deki olayları bastırmak için ise Hamidiye Zırhlısı Rize'yi top atışlarına tutmuştur. 12 Aralık'ta istiklal mahkemelerince yargılanan 143 kişinin 8'i hakkında 13 Aralık'ta idam kararı alınmış, 14 Aralık'ta ise idam edilmişlerdir.





TİMETÜRK / Nevzat Çiçek



Atatürk, 23 – 31 Ağustos 1925 tarihleri arasında Kastamonu ziyareti yapar…Panama Şapkası’nı ilk kez bu ziyareti esnasında giyer…Ve “bu serpuşun adına şapka denir” sözü 27 Ağustos 1925 tarihinde İnebolu Türk Ocağı binasındaki hitabetinde söylenir…



Tarihler 23 Eylül 1925’ i gösterdiğinde, Açıksöz gazetesinin ilk sayfasının sol üst kısmında “Bilumum Meclis Azaları Şapka Giymek Mecburiyetindedirler” başlıklı bir haber yayınlanır.Bu haberden anlaşıldığına göre; TBMM üyeleri, meclis üyeleri ve devlet memuru olanların hepsi de Şapka giymek mecburiyetindedir. Ve iki ay kadar sonrasında 25.11.1925 tarihinde 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında kanun yürürlüğe girer.Bu kanuna göre; bütün TBMM üyeleri, meclis üyeleri ve memurlar Şapka giymek mecburiyetinde olduğu gibi, sivil vatandaşın da Şapka dışındaki bir kisveye yönelmesini hükümet men eder!



Bu kanuna muhalefet edenin suçu nedir: “Hükümetin tespit eylediği kıyafetin gayri kıyafet iksa edenler (giyenler) üç aydan bir yıla kadar hapis edilirler.” Şapka Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından Devlet memurlarına şapka alabilmeleri için “Şapka Avansı” verildi!



80 lira Şapka Avansı verildiği günlerde bir ekmeğin fiyatı 5 kuruş idi! Yani 1600 ekmek parası ile bir şapka alınıyordu! Haliyle devlet memurlarının bir çırpıda şapka alabilmeleri mümkün değildi! Çünkü şapka bir aylık maaşlarını yutuyordu! Bu yüzden memurlara Şapka Avansı verilmesi uygun görülmüş ve taksitle bu avansları ödemesi kolaylığı getirilmişti!



Şapka Kanunu halk tarafından kolaylıkla kabullenilmedi. Ülkenin değişik yörelerinde “Şapka giymek istemiyoruz!” protestoları (isyan demiyorum, protesto diyorum!) baş gösterdi…Rize’de Hamidiye zırhlısı şehri topa tuttu…Erzurum’da erkeklerin giymek zorunda oldukları şapkaya muhalefetten bir kadın(!) idam edildi…Şapka İktisası Hakkındaki Kanun’a muhalefetten binlerce vatandaş ağır hapse mahkum edilirken resmi tarihe göre 80’ e yakın, gayri resmi tarihe göre binlerce insan idam edildi. Kanunen Şapka İktisası Kanununa aykırı hareketin cezası üç ay ile bir yıl arası hapis cezasıydı! Ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun halen yürürlükte olan bir kanundur!






ŞAPKA KANUNUNA DİRENİŞLER BAŞLADI


Şapka Kanunu'nun çıkmasıyla birlikte Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane'de sert direnişler yaşandı. Hepsi çok şiddetli, hatta vahim bir şekilde bastırıldı. Halbuki, şapka devrimine direnmenin cezası, kanuna göre, üç aya kadar hafif hapisti. Ama o dönemde şapka, İstiklal Mahkemeleri'nin en önemli maddesi haline getirildi. Ve şapkaya direndikleri gerekçesiyle, başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere, Rize'de 8, Maraş'ta 7, Erzurum'da 4, Sivas'ta 3, İskilip'te 2, Menemen'de 28 ve diğer yerlerle birlikte toplam 78 kişi idam edildi.



Sivas, Erzurum ve Maraş’taki başkaldırıların aksine Rize’de çıkan protesto, etkisi bakımından diğerlerinden farklılık arz etmektedir. İsyan sonucunda kurulan İstiklal mahkemelerinde 143 kişi yargılanmıştır ve sanıklardan on dördü 15, yirmi ikisi 10, on dokuzu 5 yıla mahkum edilmiştir, 8 kişi ise idam cezasına çarptırılarak idam edilmiştir.



RİZE'DEKİ PROTESTOLAR GÜNEYSU'DA BAŞLADI


Rizeli, sekiz alim ve Müslüman şapka giymedikleri, dindarlara zulmü kınayıp, hükümete ”Sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın şapka giyenler giysin, ama giymeyenler hapse atılmasın” diyerek, jandarma karakoluna yürümüşler ve halk da onlara katılmıştır. Bu olay büyüyünce Rize isyanı kabul edilmiş ve Hamidiye zırhlısı Rize’yi top atışlarıyla tehdit etmiştir. Bundan dolayı Rizeliler “ATMA HAMİDİYE DİN KARDEŞİYİZ.”demişlerdir.



Güneysu (eski adıyla Potomya/ Başbakan Tayyip Erdoğan’ın memleketi) Rize’den 13 kilometre uzakta bulunan bir nahiye. 1925 yılında Güneysu’da başlayan isyanın haberini alan zamanın Rize Valisi Mehmet Hurşit Bey derhal durumu telgrafla Ankara’ya bildirir.Valinin çektiği telgrafın ardından, Hamidiye kruvazörü Rize açıklarına gelip dağları topa tutar. Bazı anlatımlara göre şehir de bombalanır ve ağır zayiat görür. Olayın ilginç yanı ise Hamidiye kruvazörü dağları topa tuttuğu zaman, Rize’de devam etmekte olan bir isyan yoktur. Güneysu’dan şehir merkezine yürüyen insanların da çoğu kendi teslim olur. Teslim olanlar hiç vakit kaybedilmeden İstiklal Mahkemeleri’ne çıkartılır ve Takrir-i Sükun Kanunu doğrultusunca yargılanır. Yargılama sonucunda sekiz idam kararı çıkar, suçsuz onlarca insan da Sinop ve Adana’daki cezaevlerine gönderilir.



30 Aralık 1925 tarihli cumhuriyet gazetesi idam edilen 8 kişinin resimleri ile birlikte haberi şu şekilde yayınlar: “Rize’den matbaamıza yazılıyor: Köy İmamlarının ve bazı mürtecilerin teşviki ile 25-26 teşrinisinde başlayan isyan, Cumhuriyetin azm ve savleti neticesinde süratle bastırıldı.”



PEKİ GERÇEKTEN OLAYLAR NASIL BAŞLADI



15 Aralık 1925 günü “Biz zorla şapka giymek istemiyoruz, sarığımız bize yeter!” diyerek Ulu Cami önünde toplanan halkın üzerine jandarmalar ateş açıyorlar. Uyarıya rağmen dağılmayan kalabalığın üzerine gelişi güzel ateş sonucu 17 kişi ölüyor. Bağıran-inleyen yaralılara kimse dokunamıyor. 143 kişi tutuklanıyor.


Olaylar üzerine düşman üzerine sefere çıkarcasına dönemin en büyük harp gemisi olan Hamidiye Kruvazörü Rize sahillerine gelip demir attı. Birinci Dünya savaşında İngilizlerin dövemediği Karadeniz sahillerini, millete zorla şapka giydirmek için Hamidiye zırhlısı gümbür gümbür bombalamaya başladı. Hamidiye zırhlısı, sivil halkın ve yerleşim alanlarının çok olduğu ve Ulu Caminin bulunduğu Bataniye yamaçlarını dövüyordu. Halk korkutulup sindirilmek isteniyordu.



İSTİKLAL MAHKEMESİ HEMEN ASIYORDU


Rize Ulu Cami imamı Şaban Hoca, namazdan sonra etrafında toplanan kalabalığa ;“Biz hükümetten akaid-i diniyye’ye hizmetkarlık ve bağlılık isteriz. İnanmayan inanmasın, fakat insanlara zulüm edilmesin. Tek isteğimiz sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın. Şapkayı giyenler giysin ama giymeyenler hapse atılmasın!”


Bu heyecanlı konuşmadan sonra coşan kalabalık köylülerle birlikte hükümet konağına doğru yürüyüşe geçmişler.


Yarı resmi Hakimiyet-i Milliye gazetesi bir gün sonra yazıyor; “Rizenin Bataniye bölgesinde Ulu Cami imamı Şaban Hoca halka karşı konuşurken; “Hükümette din düşmanlığı baş göstermiştir. Memlekette herkes şapka giymeye zorlanıyor. Giymeyenler hapisten idama kadar cezalara çarpılıyor. Buna karşı duyarsız kalmak dinimizde günahtır. Ayaklanma vacip olmuştur!


Biz herkes dinimize girsin demiyoruz. Biz hükümetten sadece dinimize saygı ve bağlılık istiyoruz. Müslümanlara ve İslam’a zulmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!” Deyince halk toplu yürüyüşe geçiyor.



Hakimiyet-i Milliye gazetesinin yazdıklarına göre, isyancılar Hükümet Konağını ele geçiriyorlar. Ankara hükümeti Rize üzerine büyük bir askeri kuvvet gönderiyor. Rivayete göre üç gün süren halk ile asker arasındaki çatışmalarda yüzlerce köylü hayatını kaybediyor. Bölgenin imdadına hemen gezici-seyyar istiklal mahkemesi yetişiyor.



Yargılama göstermeliktir ve son tiyatro sahnesidir. Bir gün süren tek celsede, hakim koltuğunda oturan ve hiçbiri hukuk adamı olmayan milletvekilleri tarafından temyizi, itirazı ve avukatı olmayan mahkeme değiştirilemez kararını veriyor. Karara göre ”Bu isyancılar İslam Devleti istiyorlar. Hilafet istiyorlar ve kendi şer düşüncelerine halkı da alet ediyorlar.



Sadece bir gün içinde bu 143 kişinin yargılama işlemi bitirildi. On dört kişi 15’er yıla, yirmi iki kişi onar yıla, on dokuz kişi de beşer yıl kalebend denilen ağır hapis cezasına çarptırıldı. Geriye kalanlar ise dayak ve para ödeme gibi hafif ceza alıyorlar.İstiklal Mahkemesinin hızla verdiği kararla sekiz kişi hemen Ulu cami önünde kurulan darağacında idam edildi.


Asılan sekiz kişi Ulu Cami imamı Hafız Şaban Efendi, Muhtar Yakup Çavuş, İslahiye imamı Hasan Efendi, Belediye bekçisi Kadir Ağa. Rize asliye mahkemesi Başkatibi Hafız Osman Efendi ve kardeşi avukat Hulusi beyler, merkez cami imamı Hafız Kamil, Peçelioğullarından Mehmet ve Ahmet Çavuş kardeşler, Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Nakşi Şeyhlerinden Numan Sabit Efendi’dir.



ŞAPKA DİRENİŞİ NASIL SONA ERDİRİLDİ


Haklarında idam kararı verilen sekiz müstakbel şehit karanlık bir hapishane odasına tıkılır. Sabit Hoca gece yarısı-Nısfılleyl bütün arkadaşlarını uyandırır. “Kalkın arkadaşlar, abdest alın namaza duralım. Bir-kaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!”


Az sonra Allaha kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde namazlarını kılıyorlar. Saatler sonra sehpadan indirilen şehitlerin cenazeleri ailelerine verilmiyor. Rastgele açılan çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar. Yakınları tarafından cesetler çalınmasın diye de başlarına süngülü nöbetçiler dikiliyor.Rica-minnet aylarca sürüyor. Ancak üç ay sonra ve fakat gece çıkartılıp köylerine götürülmek şartıyla cesetleri ailelerine teslim etmeye izin veriyorlar.


Çürümeyen cesetler evlatları tarafından gömülü oldukları kumluktan çıkarılıyor. Kilimler sarıyor ve sırıklara takıp omuzlarına alıyorlar ve köylerine çıkarıyorlar. Üç ay geciken cenaze namazlarını kılıp hüzünle köy mezarlığına defnediyorlar.


Hakimiyet-i Milliye gazetesi Rize olaylarıyla ilgili son haberlerinde de asılan şehitler için kin ve nefretini aşığa vuruyordu; “Rize’deki mürteciler de ceza-yı Sezalarını buldular.” diyordu



ATMA HAMİDİYE ATMA DİN KARDEŞİYİZ



“Atma Hamidiye atma atma


Din kardeşiyiz bizi yakma


Atma hamidiye atma atma


Taktılar serpuşi kafamıza



Atma Hamidiye atma atma


VERGİMİ VERECEĞUM BİZİ YAKMA


Atma Hamidiye atma atma


SÜRGÜN ETMA bizi yakma “



https://www.timeturk.com/tr/2012/12/12/sapka-yuzunden-rize-bugun-bombaladi.html

29 Ağustos 2018 Çarşamba

ATATÜRK'ün 400 Vekili olan meclisten sadece 158 vekilin oyuyla C.BAŞKANI Seçildiğini biliyor muydunuz










M. Kemal Atatürk nasıl Cumhurbaşkanı oldu? Cumhuriyet nasıl ilan edildi ?


*


Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız





29 Ekim 1923 tarihli Meclis tutanağının ilk sayfası


***


Malumunuz olduğu üzere M. Kemal, 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya’daki meşhur sofrasında “yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” der. Ertesi gün yapılacak işlerle ilgili olarak “gerekli direktifleri verir.”[1]


Ve Cumhuriyet, 29 Ekim 1923’te Meclis’te bulunan 158 milletvekilinin oylarıyla kabul edilir.[2] Bu karardan 15 dakika sonra ise Cumhurbaşkanı seçimine geçilir ve M. Kemal 158 kişinin oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilir.[3] Halbuki Mahmut Goloğlu’na göre Meclis 287 milletvekilinden oluşuyordu.[4] Dursun Gök ise “Ikinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi (1923-1927)” isimli çalışmasında Meclis’e seçilenlerin 287 kişi olduğunu belirledikten sonra istifa ve yeniden seçilmelerle bu sayının 314’e kadar çıktığını açıklamakta[5], ancak hemen ardından II. TBMM mebuslarının mesleki dökümünde Mehmet Turhan’ın “Siyasal Elitler” kitabından yaptığı alıntı ile bu oranı 333 olarak göstermektedir.[6] Peki diğer milletvekilleri neredeydi?


*





29 Ekim 1923 tarihli orjinal Meclis tutanağının 119. sayfasında M. Kemal’in 158 Milletvekilinin oyuyla seçildiği yazmaktadır


***





Bu da TBMM’ce latinize edilmiş tutanak… 158 Milletvekili tarafından seçildiğini gösteriyor.


***


Neredeydi bunlar? Hepsi anlaşarak toplu halde tiyatro oyunu izlemeye mi gitmişlerdi? Iyisi mi biz bu sualin cevabını “yobaz” diyemeyeceğimiz bir tarihçi olan Yılmaz Öztuna’ya bırakalım:


“… Cumhuriyet rejimine geçildi. Atatürk böyle istedi. Bir referandum falan yapılmadı. Zaten cumhuriyet, milletvekillerinin ancak yarısının gece meclis oturumuna katılıp müzakeresiz oylanıp kabûl edildi. Diğer yarısına o oturuma katılmamaları için haber gönderildikten başka, gelmemeleri için evlerinin önüne polis dikildi. 1923 meclisi milletvekili sayısının, cumhuriyet için oy verenlerin iki misli olduğu rakamların belâgati ile açıktır. Üstelik bu, Ikinci Meclis’tir.”[7]


Evlerinin önüne polis dikilmiş…


*





Yılmaz Öztuna’nın Türkiye gazetesinde çıkan yazısı… “Meclise gelmemeleri için Milletvekillerinin evlerinin önüne polis dikildi”


***


Yani oylamaya meclisin ortalama yüzde 50’si katıl(a)madı. Buna rağmen rejim değiştiriliyor ve reis seçiliyor.


Gördünüz mü Hakimiyet-i Milliye’yi?





***


Benzer yazılar için bakınız;


http://belgelerlegercektarih.com/2012/10/29/cumhuriyetin-ilan-sekli-de-tam-bir-rezalet-idi-kazim-karabekir-pasa-anlatiyor/


http://belgelerlegercektarih.com/2012/10/29/cumhuriyet-ve-ilani-hakkinda-ne-dediler/





**********





KAYNAKLAR:


[1] Erik Jan Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, (Tercüme eden: Gül Çağalı Güven), Bağlam Yayınları, Istanbul 1992, sayfa 50.


[2] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 28, 29 Ekim 1923, cild 2, sayfa 96.


[3] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 28, 29 Ekim 1923, cild 2, sayfa 99. (Orjinali 119. sayfa) Ayrıca bakınız; Ahmet Cemil Ertunç, Cumhuriyetin Tarihi, Pınar Yayınları, 6. Baskı, Istanbul 2011, sayfa 72.


[4] Işıl Çakan, Türk Parlamento Tarihinde II. Meclis, Çağdaş Yayınları, Istanbul 1999, sayfa 86-90.


[5] Dursun Gök, Ikinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi (1923-1927), Siyasi, Sosyal, Iktisadi Gelişmeler, Inkılaplar, Olaylar, Tepkiler, Konya 1995, sayfa 12.


[6] Dursun Gök, Ikinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi (1923-1927), Siyasi, Sosyal, Iktisadi Gelişmeler, Inkılaplar, Olaylar, Tepkiler, Konya 1995, sayfa 14.


[7] Yılmaz Öztuna, “Cumhuriyet’e geçiş biraz sancılı oldu”, Türkiye Gazetesi, 14 Mayıs 2011.





http://belgelerlegercektarih.com/tag/158-milletvekili-cumhuriyet/

26 Ağustos 2018 Pazar

“Evet, Atatürk bir masondu.” Falih Rıfkı Atay
















M. Kemal Atatürk mason mu? Atatürk Mason localarını kapattı mı?

Bu yazıda M. Kemal Atatürk’ün Osmanlı’yı yıkmaya çalışan masonların teşkil ettiği hareketin bir parçası olduğunu ve M. Kemal’in masonluğunu okuyacaksınız. Bu makaleyi okuduktan sonra, linkini verdiğimiz şu yazı da mutlaka okunmalıdır:

http://belgelerlegercektarih.com/2013/09/21/ataturk-mason-localarini-kapatti-mi/

Hemen konuya girelim…

Nesta H. Webster eserinde[1], “Jön Türkler hareketi, İtalyan Büyük Doğu’sunun direktifi altında, Selanik Mason Locaları tarafından başlatılmıştır. Aynı makam, daha sonra M. Kemal’in başarıya ulaşmasında da yardımcı olmuştur.”[2] diyerek mason localarının Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte ve Cumhuriyet döneminde oynadığı role özlü bir şekilde işaret etmektedir. Aynı şekilde, 1920 yılında Londra’da yayınlanan Morning Post gazetesi de; “Kesin olarak söyleyebiliriz ki, Türk İhtilali hemen hemen tümüyle bir Mason-Musevi komplosudur.”[3] ifadesiyle bu rolü teyid etmektedir.

Bundan da anlaşılmaktadır ki, M. Kemal Atatürk’ün içinde bulunduğu hareket; “Mason yapılanmasıydı.”

Peki M. Kemal mason muydu, bu konuda deliller var mıdır?

Hemde çok…

Evet, M. Kemal Atatürk bir masondu.

Üstelik M. Kemal’e ithafen “Tek Adam” kitabını yazan “Şevket Süreyya Aydemir’in tanımlamasıyla, ‘O bir cilacı değil, bir yontmacıydı’.”[4]

M. Kemal, mason olmak için ilk başvurusunu, 1905 Kasım’ından 1907 Ekim’ine kadar görevli kaldığı Şam’da yapmıştır. Mimar Sinan dergisinde Semih Tezcan “Mim Kemal Öke ve Atatürkle Diyalogu” başlıklı makalesinde, Büyük Üstad Mustafa Hakkı Nalçacı’nın torunu Ümit Nalçacı’dan rivayeten, M. Kemal’in Şam’da görevliyken Mason olmak için yaptığı başvurunun kabul edilmediğini yazmaktadır.[5] “M. Kemal 13 Ekim 1907’de (Şamdaki görevini tamamlayarak) Selanik’e döner. 29 Ekim 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girer. Üye alımları ya Ömer Naci’nin evinde, ya da mason locası `Macedonia Risorta´nın bekleme odasında yapılmaktadır. Ikinci mekanda subaylar önce tekris edilerek mason, sonra yemin ettirilerek Cemiyet üyesi yaptırılmaktaydı.”[6] diyen mason yazar Tamer Ayan, üye listelerinde yer alan isimlerden bazılarını sıraladıktan sonra bir sonraki sayfada konuyla ilgili değerlendirmesini şöyle yapmaktadır:

“Atatürk çevresindeki, hem ittihatçı, hem mason olan asker ve sivil arkadaşlarının etkisiyle, `önce mason, sonra ittihatçı´ kuralına uygun olarak önce `Macedonia Risorta´ locasında mason olmuş ve bunu takiben de Ittihat ve Terakki Cemiyeti’ne 1907 yılında 322 numara ile üye yapılmıştır.”[7]

*

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız



***

Araştırmacı Bilal Şimşir, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan, “Ingiliz Gizli Belgeleri’nde Atatürk” adlı çalışmasında, 29 Ocak 1921 tarih ve sayı 35, Istanbul Genel Karargahı’ndaki General Harington’dan Ingiltere Savunma Bakanlığı’na gönderilen “Şifre Tel No:1,9821-Gizli” kayıtlı evrakta, M. Kemal hakkında derlenen bilgilerde;

“Selanik ve Manastır’daki okullarda çalışkandı. Harbiye’de hararetli milliyetçi oldu. Arkadaşları arasında âsi yaratılışıyla sivrildi. Suriye’den Selanik’e atanınca, 1907’de Ittihat ve Terakki ve Italyan mason locasına girdi. Yetenekli bir kurmay subay ve yurtseverdi. Çanakkale savaşında Liman von Sanders’e itaatsizlik, Enver Paşayla kavga etti, bir gözünü kaybetti. Veliaht Vahidettin’le Avrupa’ya gitti. Mayıs 1919’da Anadolu’ya gönderilirken kendisine 40.000 lira verildi.”[8] denildiğini aktarmaktadır.

Ilgili cümlenin ingilizcesi aynen şöyle: “In 1907, General Staff Salonika, where he became member of C.U.P.*and initiated into Free Masonry in the Italian Lodge.”

*(C.U.P) : “Committee of Union and Progress”‘in kısaltmasıdır ve “Ittihat ve Terakki”nin ingilizce karşılıgıdır.

Ayrıca Sultan Vahidettin’in, Anadolu’ya gönderilen M. Kemal’e 40.000 lira para verdiği yazmaktadır. Belgede Anadolu’ya gönderilen kişi olarak “M. Kemal” yerine yanlışlıkla “Enver” yazılmış. Fakat hemen arkasına parantez içinde “sic” kısaltması eklenmiş. (sic) latince bir tabir olan “Sic Erat Scriptum”un kısaltmasıdır. Bu ifade, başka bir kaynaktan kopyalanan bir kelimenin yazılışından sonra yanlış hecelendiğini veya yanlış kullanıldığını göstermek için kullanılır.

Belgede dikkati çeken başka bir husus da, M. Kemal’in bir gözünü kaybettiğine dair verilen bilgidir.



***



[8] no’lu dipnotta bahsi geçen belge…

***

Aynı şekilde, Istanbul’daki Ingiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold’un 27 Nisan 1921’de Ingiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği ve dönemin Türkiye’sinde yaşanan gelişmelerin (örneğin Istanbul ve Ankara Hükümetlerinin dış ilişkileri, Osmanlı donanmasının durumu, mevcut Osmanlı ordusu, polis teşkilatı, Istanbul ve Ankara’nın mali durumu, Milli Mücadele harekatının ilişkileri vs.) yer aldığı “Yıllık Rapor”da da, M. Kemal’in mason olduğu şu sözlerle ifade edilmektedir:

“Kurmay subaylığa hak kazanmasından sonra 1907’de Selanik’e atanmış ve aynı yıl içerisinde Ittihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmek suretiyle farmasonlar arasına katılmış ve Ittihatçı fikirlerin en ateşli savunucularından biri olmuştur.”[9]



[9] no’lu dipnot ile ilgili… 27 Nisan 1921’de Ingiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderilen raporda M. Kemal’in mason olduğu yazıyordu

***

Öte yandan, 1965-66 yıllarında Hollanda Grand Orienti araştırmacı üstadlarından Lowensteijn, ünlü Türk masonlarını araştırmaya koyulup, İstanbul’daki Obediyansa bir yazıyla başvurarak bilgi ve belge ister. Kendisine “Türkiye Büyük Locası Büyük Sekreteri Nafiz Ekemen” imzalı bir cevap gelir. Anılan yazıda Kargotich (Kargaliç) adlı eski bir Yugoslav masonun, Atatürk’ün Makedonya’da bir locada mason olduğu ve kalfa derecesine kadar yükseldiği hakkındaki ifadesi önemle aktarılır. Kargatovich’in, Yugoslavya Büyük Locası yıllığında M. Kemal’in Masonluğu hakkındaki bilgileri okuduğunu kesin bir şekilde dile getirdiği belirtilir.[10]

M. Kemal Atatürk’ün mason olduğu, pek çok ülke yayınında da açıkça yer almıştır. M. Kemal’in “beni en iyi anlatan kitap”[11] dediği “Bozkurt” adlı kitapta Atatürk’ün mason olduğu şu sözlerle ifade edilmektedir:

“M. Kemal Vedata Locası’nda bir birader olarak örgüte katıldı.”[12]

Aynı kitapta bir de şu hadise nakledilmektedir:

“Fransız Sarraut, Cavid için kişisel bir ricada bulunmak üzere Ankara’ya gelmişti. Sarraut, Doğu Farmason locasının tanınmış bir ismiydi. M. Kemal’e meslekteki bir mason birader olarak başvurmuştu.”[13]

Başka bir delil ise, M. Kemal Atatürk’ün yakın dostlarından ve onun kalemşörlüğünü üstlenen Falih Rıfkı Atay’ın Bugün gazetesine manşet olan; “Evet, Atatürk bir masondu.” itirafıdır.[14]



Falih Rıfkı Atay’ın manşet olan itirafı. Bakınız; dipnot [14]

NOT: Falih Rıfkı Atay daha sonra bu haberi yalanlamış… Tabii ki yalanlayacaktı. Ama bu yetmez… Dikkat ederseniz haberde “masayı yumrukladıktan” sonra M. Kemal’in mason olduğunu itiraf ettiği bildiriliyor. Yani sinirli bir anında… Insanların sinirlendikleri anlarda ağızlarından bazı hakikatleri kaçırdıkları malum. Anladığımız kadarıyla Falih Rıfkı da sinirli bir anında böyle bir itirafta bulunmuş. Ancak daha sonra aklı başına gelmiş olacak ki söz konusu haberi yalanlamış. Buna rağmen Bugün gazetesinin bir düzeltme yaptığına dair bir bilgiye rastlamadık. Eğer Falih Rıfkı hakikaten böyle bir şey söylememiş olsaydı, Bugün gazetesine tekzip yazısı gönderirdi. Kaale alınmadığı takdirde mahkeme kanalıyla tekzip metninin neşredilmesini talep edebilirdi. Ama yapmamış… Demek ki o ortamda Falih Rıfkı’nın bu sözleri söylediğine birçok kişi şahit olmuştu. Şayet mahkemeye verseydi, o şahitlerin beyanlarıyla Falih Rıfkı’nın “Atatürk bir Masondu” sözü, mahkeme kararıyla tescillenecekti… Bu da hiç şüphesiz arzu etmedikleri bir netice olurdu. Böyle mühim bir mevzuda sadece “yalanlamak” yetmez; Mahkemeye başvurmalı ve ATA’sına sürülen bu “leke”yi temizlemeliydi.

***

Diğer taraftan, Jürgen W. Diener, Beyaz Zambaklar dergisinde M. Kemal’in mason olduğunu yazmıştır. Diener onun Makedonya (Risorta et Veritas) locasına mensup bulunduğunu bildirir.[15]

G. Gamberini de “Mille Volti di Massoni” adlı 1975 tarihli çalışmasında, dünyanın bin ünlü masonu arasında Atatürk’e de yer vermektedir.

Ayrıca 1988’de, Hamburg’da Atatürk’ü anma töreninin yapıldığı mason locasının duvarlarındaki dünyaca ünlü masonlar listesinde onun da adı bulunuyordu.[16]

Bu arada, 1932’deki “Beynelmilel Masonlar Birliği (AMI)”nin Büyük Konvan’ının, dönemin diktatörü M. Kemal Atatürk’ün tam kontrolündeki Istanbul’da toplanması anlamlıdır. O toplantıda dünyanın en üst kademe masonlarının Cumhurbaşkanı olarak M. Kemal’e gönderdikleri “bağlılık mesajları” onu kendilerine yakın saydıklarının delilidir.

Atatürk’ün mason olduğunu, dünyaca ünlü Özgür Ansiklopedi “Wikipedia” (Almanca ve Ingilizce) da bildirmektedir.[17]



Wikipedia (Ingilizce) : Mustafa Kemal Atatürk (1881 – 1938), National hero and founder of the modern Republic of Turkey. Macedonia Risorta Lodge No. 80 (some claim Lodge Veritas), Thessaloniki

***



Wikipedia (Almanca)

***

M. Kemal’le Mütareke yıllarında Istanbul’da tanışan mason Kont Sforza da “Modern Avrupa’nın Kurucuları” adlı kitabında onun mason olduğunu yazmıştır.[18]

Bunların dışında, Daniel Ligou’nun “Mason Ansiklopedisi”nde ve daha pek çok kaynakta Atatürk’ün mason olduğu belirtilmektedir.[19]



Daniel Ligou’nun “Mason Ansiklopedisi”nde Atatürk’ün mason olduğu belirtilmektedir. Bakınız; dipnot [19]

***

Şayet M. Kemal mason ise, localar niçin ona hala açıktan sahip çıkmamaktadır?

Bu soruyu mason yazar Tamer Ayan, yakın tarihte yayınlanan “Atatürk ve Masonluk” adlı kitabının önsözünde kısaca şöyle cevaplandırmaktadır:

“Eski mason yöneticileri, Atatürk’ün mason olduğu ortaya çıktığı takdirde, bu sıfatının Atatürk’e zarar vereceğini düşündüklerinden(…). ‘Ya Atatürk’ün mason olduğunun duyulması ona zarar verirse?’, ‘Ya da, Atatürk düşmanlarının eline kötüye kullanabilecekleri yeni bir koz verilirse?’ “[20] kaygısıyla sessiz kalmayı yeğlemişlerdir.

Nitekim Atatürk’ün mason olduğunun anlaşılmasının tepki yaratmasından endişe duyanlar arasında, bu konuda belgesel araştırmalar yapan ve önemli ip uçları yakalayan mason araştırmacı Osman Zeki Koylan da vardır. “Koylan, dönemin büyük üstadına gönderdiği (…) Atatürk’ün masonluğuna ilişkin bazı verileri, hatta kendisine göre kanıtları içeren 12 Ekim 1981 tarihli önemli mektubunu, bu konuda duyduğu endişeyi, aşağıdaki cümlelerle dile getirerek bağlar:

‘Netice itibarı ile: bize karşı umumi (genel) bir antipati (soğukluk) devam ettiğinden, Atamızın intisabı konusunun harice (dışarıya) intikalini asla tecviz etmiyorum (onaylamıyorum). Mamafih (bununla birlikte) localara tamimini takdirinize arz ederim… Yıllarca araştırmalara rağmen bir türlü çözümlenmeyen bu meçhulü gün ışığına çıkarmak bana nasip oldu.”[21] diyerek Atatürk’ün masonluğunu belgelediğini söyleyerek sorumuzun cevabını vermektedir.

Mason localarının Atatürk’ün şefliği döneminde kapanması (1935) mevzuuna gelince…

Araştırmacı Suat Parlar, çalışmasında, Atatürk’ün mason olduğuna dair kuvvetli iddialar bulunduğu, en azından masonluğu felsefe olarak benimsediği bilindiği halde, 1935’de mason localarının niçin kapandığı meselesine eğiliyor ve şöyle diyor:

“Devletin en önemli kurumlarının başında zaten masonlar varken, (locanın) malvarlığı konusunda alınacak tedbirler, sembolik olmaktan öte bir anlama sahip değildi!”[22]



Bu resim, M. Kemal Atatürk’ün mason olduğunu îtiraza mahal bırakmayacak bir şekilde göstermektedir

***



Peki bu el işareti ne anlama geliyor? Parmaklara dikkat ediniz

***

M. Kemal’in özel hekimi ve yakın arkadaşı olan Büyük Üstad Mim Kemal Öke’nin Mason Derneği’nin 1949 yılındaki büyük kongresinde yaptığı ve Türk Mason Dergisi’nin birinci sayısının 12-14’üncü sayfalarında yayınlanan konuşmasında bu konuyla ilgili olarak söyledikleri aydınlatıcıdır:

“Memleketin siyasi akışları bir an için bizim mesaimizi men etmişti. Bu yalnız bizim değil, Türk Ocakları, Kadınlar Birliği vesaire gibi teşekküllere de teşmil edilmişti. Bu tatili mesai bir kapanış değil, bir ima üzerine olmuştur. Atatürk mason teşekkülü için çok büyük iltifatta bulunmuş, Ankara’daki binaya her yıl 3 bin lira yardım etmişlerdir. Bugün başımızdakiler de aynı yardımda bulunmuşlardır. Atatürk memleketimizi ziyarete gelen tanınmış şahsiyetleri bu lokalde kabul ve ziyaret etmiştir. Mason teşekkülünü Atatürk kapattırmamıştır. Siyasi ahval o zaman böyle bir imayı mecburi kılmıştır. O zaman başkanlıktan Mareşal Fevzi Çakmak’ın emri üzerine ayrılmıştım. Mareşal askerlerin bu kabil teşekküllerde bulunmamalarını emretmiştir. Ortalığı karıştırmak, şahsi taassuplarını kullanmak isteyen baykuşlara bu kürsüden tekrar ediyorum: `Bu teşekkül Atatürk’ün ruhunu tazib (ruhuna azab) etmemiş, taziz etmiştir (sevgi ile anmıştır).”[23]

Mason Yazar Tamer Ayan da bu konuyu ele alarak, “Eğer Atatürk masonlara yapılan suçlamalara inansa, hatta inanmak değil şüphe bile etse; üzerine titrediği rejimin selameti için Masonluğu kanun yoluyla kapatmaz, hatta masonları Istiklal mahkemeleri ve Takriri Sükun Kanunları gibi olağanüstü yöntemlerle sindirmez miydi?” diye sorarak şu hükmü veriyor:

“(…) Atatürk, ülkeye ışık veren bu pencereyi tuğlayla ördürüp iptal ettirmemiştir; ancak kamuoyunu ve rejimi masonluğun aleyhine yönlendiren ve şartlandıran antimasonik baskı ve propagandanın, masonluğa telafi edilmez ölçüde zarar vermesini önlemek amacıyla, sadece perdelerinin ev sakinlerinin eliyle kapatılmasını ve oturanların da tatile çıkmasını sağlamıştır. Özetle Atatürk masonluğu yasaklatmamıştır. Bilakis böylesi bir ılımlı çözümle zulümden kurtarmıştır.”[24]

Kaldı ki, masonlar, M. Kemal Atatürk’ün gazetesi Anodolu Ajansı’nda şu bildirgeyi yayınlamışlardır:

“Mes’ul ve maruf (sorumlu ve herkesçe bilinen) imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye

Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu hususta **hiç bir kanun olmaksızın** nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık (bağışı uygun) görmüştür.”[25]

Ayrıca Şükrü Kaya hükümet adına kamuoyuna yaptığı resmi açıklamada;

“Türk Masonları kendi **ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu** görerek, kendi teşkilatlarını **kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiç bir teşebbüsü ve alakası yoktur.” ** diyerek durumu belirtmiştir.

M. Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetçi (daha doğrusu diktatörlük) kadrosunda görev alanların büyük bölümü Masondur. Bir bakıma yönetim ve devrimlerin gerçekleştirilmesi Masonlara emanet edilmiştir.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın resmi web sitesinde açıklanan kadro:

Fethi Okyar, Rauf Orbay, Refet Bele Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanları Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanları Rıza Nur, Adnan Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey, Edip Servet Tör, Yunus Nadi, Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal, Hilmi Uran, Tevfik Fikret Sılay, Ahmet Ağaoğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muittin Üstündağ, Lütfü Kırdar, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa Atatürk’ün çevresinde ülkeye hizmet (!) etmiş Masonlardır.[26]

Yazıda sunduğumuz delilleri, beyni resmi ideoloji telkiniyle yıkanmış olup düşünme mekanizmasını kullanamayanların kabul etmesi elbette güç.

Fakat, Mason dergisi “Büyük Şark”ta, mason üstadı Fahrettin Kerim’in yayınlanan bir yazısındaki şu sözleri dikkat çekici ve düşündürücüdür; “Türk Masonları inkılap yolunda Gazinin (M. Kemal’in) en sadık en disiplinli askerleridir.”[27]



[27] no’lu dipnotta bahsedilen, mason üstadı Fahrettin Kerim’in mason dergisi “Büyük Şark”taki yazısının tamamı

***

Büyük Üstat ! Şekûr Okten’e göre M. Kemal Atatürk “ideal Mason tipi”dir:

“Atatürk’ün ruh ve fikir yapısına baktığımızda, O’nda, “ideal Mason” tipine yakın bir şahsiyet görüyoruz.

Masonluğun bütün ana prensipleri, evvela şahsiyetinde ve sonra, bu şahsiyete uygun düşen eserlerinde mevcuttur.”[28]

Netice… M. Kemal Atatürk mason muydu?

Bize göre, evet, M. Kemal Atatürk bir masondu ve “3’üncü dereceye” kadar yükselmiştir. Ancak M. Kemal Atatürk, kendi sözleriyle sabit olduğu üzere, tabiata tapıyordu…[29] Yani ateistti. Masonlukta ise bir yaratıcıya (Evrenin Ulu Mimarı) inanılmaktadır. Dolayısıyla, M. Kemal Atatürk’ün ateist olduğu anlaşıldıktan sonra ihraç edilmesi icab ediyordu, lakin masonlukta “ihraç” olmadığından dolayı M. Kemal Atatürk ihraç edilmek yerine, masonların tabiriyle “uykuya yatırılmıştır.”

Nitekim M. Kemal Atatürk’ün, masonlukta “3. Derece Nizam Vaziyeti”[30] şeklinde birçok resmi bulunmaktadır.



Masonlukta “3. Derece Nizam Vaziyeti.” Bakınız; dipnot [30]

***

***



***



***



***



M. Kemal Atatürk’ü mason nizam duruşuyla gösteren birçok resim mevcuttur

***



***



***



***



***



.

**********

.

KAYNAKLAR:

.

[1] Nesta H. Webster, Gizli Cemiyetler ve Yıkıcı Faaliyetler, Londra, 1928, sayfa 284.

[2] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 127.

[3] Morning Post gazetesi, 1920. Aktaran: Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 127.

[4] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 92.

[5] Mimar Sinan Dergisi, Semih Tezcan “Mim Kemal Öke ve Atatürkle Diyalogu” 1998, sayı 109, sayfa 16. Aktaran: Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 159-160.

[6] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 159-160.

[7] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 159-161.

[8] Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1979, cild 3, sayfa 96. (2. Baskı, cild 3, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2000, sayfa 96, 97.) Ingiliz Arsivi. Foreign Office 371/6465/E.1473.

[9] Londra Kew Gardens, Public Record Office, Ingiltere Dışişleri Bakanlığı (Foreign Office) 371/6469/E.5233/1/44’den naklen:

Yrd. Doç, Dr. Ali Satan, Ingiliz Yıllık Raporlarında Türkiye (1920), (Çeviri: Burak Özsöz), Tarihçi Kitabevi, Istanbul 2010, sayfa 209.

[10] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 186.

[11] Yalın Alpay, gazetesiz.com.tr, 17 Ocak 2011.

Ayrıca bakınız: Engin Ardıç, Sabah, 05 Mart 2011.

[12] H.C. Armstrong, Bozkurt, Arba yayınları, Çev. Gül Çağalı Güven, birinci baskı, Istanbul 1996, sayfa 16.

[13] H.C. Armstrong, Bozkurt, Arba yayınları, Çev. Gül Çağalı Güven, birinci baskı, Istanbul 1996, sayfa 198.

[14] Bugün Gazetesi, 6 Eylül 1968. (Bu dipnot ile ilgili yazıda fotoğraf bulunmaktadır.)

[15] Jürgen W. Diener, Beyaz Zambaklar dergisi, Mart 1938, sayı 38.

[16] Suat Parlar, Türkler ve Kürtler, Bağdat Yayınları, sayfa 496, 497.

[17] Wikipedia Almanca:

http://de.wikipedia.org/wiki/Gro%C3%9Floge_der_Freien_und_Angenommenen_Maurer_der_T%C3%BCrkei#cite_note-10

Almanca Wikipedia’nın Kaynakları:

1 – “List of famous Masons compiled by Abbey Lodge, Abingdon, UK”. Abbey.lodge.org.uk. Retrieved 2012-08-08.

2 – Robert A. Minder: Freimaurer Politiker Lexikon. Edition zum rauhen Stein, ISBN 3-7065-1909-7, S. 229-231.

Ayrıca bakınız;

Eugen Lennhoff, Oskar Posner: Internationales Freimaurerlexikon (Uluslararası Masonlar Sözlüğü), Herbig Verlagsbuchhandlung, 2000, sayfa 92.

Wikipedia Ingilizce:

http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Freemasons#cite_note-50

Ingilizce Wikipedia’nın Kaynakları:

1 – Hamill, John and, Gilbert, R. A., Freemasonry: A Celebration of the Craft‎, Page 226. Paul & Company, 1992, ISBN 0-9516355-2-2

2 – “Freemasonry in Turkey – Address given to Palestine Lodge 189 by Kaya Pasakay, Former Grand Master of the Grand Lodge of Turkey”. Palestinelodge189.com. Retrieved 2010-01-12.

3 – “List of famous Masons compiled by Abbey Lodge, Abingdon, UK”. Abbey.lodge.org.uk. Retrieved 2012-08-08.

[18] Kont Sforza, Les Batissenrs de L’europe Moderne.

[19] Daniel Ligou, Ansiklopedi, Dictionnaire Universal De La Franc-Maçonnerie. (Bu dipnot ile ilgili yazıda fotoğraf bulunmaktadır.)

[20] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 10.

[21] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 37.

[22] Suat Parlar, Türkler ve Kürtler, Bağdat Yayınları, sayfa 496, 497.

[23] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın, Istanbul, 2008, sayfa 229, 230.

[24] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın, Istanbul, 2008, sayfa 340.

[25] Anadolu Ajansı, 10 Ekim 1935.

Gazete küpürü ve tafsilat için bakınız;

http://belgelerlegercektarih.com/2013/09/21/ataturk-mason-localarini-kapatti-mi/

Söz konusu haber yerel basında yayınlanmıştır. Bakınız; “Türk Mason Cemiyeti Kendi Kendini Feshetti”, Varlık Birlikte Yaşar, 11.10.1935, sayfa 2.

[26] Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası resmi web sitesi

[27] Masonların “Büyük Şark” dergisi, Ikinci Kânun – Şubat, 1934.

[28] Büyük Üstat Şekûr Okten, Mimar Sinan Dergisi, yıl 1981, sayı 41, sayfa 5. Bu dergi, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının yayın organıdır.

[29] M. Kemal Atatürk’ün tabiata taptığına ilişkin sözleri için bakınız; http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/04/30/ataturk-ve-din-ataturk-ve-islam-ataturk-ateist-mi-kemal-ataturk-musluman-mi-ataturk-tabiata-mi-tapiyor/

[30] Masonlukta “3. Derece Nizam Vaziyeti”nin fotoğraftaki şekilde olduğuna dair bakınız; Masonlar Büyük Locası Üstadı Celil Layiktez, Başlangıçtan Bugüne Kadar Ritüelimizin Inkişafı, Mimar Sinan Yayınları No:1, Yenilik Basımevi Istanbul 1972, Üçüncü Dereceye Mahsus Muhtıra, sayfa 11. (Bu dipnot ile ilgili yazıda fotoğraf bulunmaktadır.)

NOT:Erol Karayel’in çalışmasından büyük ölçüde istifade edilmiştir. Son 5 resim “Tevbe.org” sitesinden “gokkusagi” rumuzlu üyeden alıntılanmıştır.


.http://belgelerlegercektarih.com/2012/05/13/m-kemal-ataturk-mason-mu-ataturk-mason-localarini-kapatti-mi/


25 Ağustos 2018 Cumartesi

Necip Fazıl Kısakürek Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han kitabından önemli alıntılar


















Abdülhamid düşmanları onun dinsiz olduğunu iddiaya kadar gittikleri halde, din düşmanımız Avrupalı, hususiyle ingiliz, ne çapta bir din bağlısı olduğunu açıkça itiraf zoruna düşer.

(joan Haslip) isimli İngiliz muharriri Abdülhamid'e dair eserinde, (sf.102-103) Abdülhamid'i tasavvuf zevki bakımından taassuba uzak(!) hatta şüpheci ve hatta amelsiz ve samimiyetsiz gösterirken, aynı eserde (sf. 165) şu satırları Yazacak kadar korkunç bir tezada yuvarlanıyor:

“—Hiçbir yabancı devletin tazyiki, Abdülhamid'i Kur'anın ve Şeriatın emirlerine uygun olmayan bir reformu Yapmaya ve imtiyaz' vermeye asla mecbur edemezdi.»

Görüyor musunuz?.. Hiçbir inceliğe, hususiyle İslam inceliği ve Müslüman ruhuna aklı ermeyen Avrupalı, bu kadar ters anlayıştan sonra yine Abdülhamidin edâsından, onun muazzam din bağlılığına ait müşahedeyi çıkarıyor da, isimleri Türk ve Müslüman olanlar, bu kadarını bile göremiyor.

sf.331



Abdülhamîd'i evhamlı diye lekelemeye kalkışmak, gözü, gördüğü için ayıplamaya kadar aşağılık bir ithamdır. En yakın tarihlerde siyasi rakiplerini ortadan kaldırmak için en şeni hilelere başvuran ve en alâkasız vesilelerden faydalanmaya kalkışan devlet reisleri önünde Abdülhamidin merhamet, âtıfet ve adâlet politikasına bir kerecik göz atmak, onu nefsinden tam emin ve evhama en uzak bir ruh muvazenesi içinde bulmaya yeter ki, bu da hakikatin ta kendisi olur. Girift vâkıalar karşısında en ince teşhis, Abdülhamidin nefs emniyeti, merhamet, âtıfet ve adâletle beraber gereği kadar vehim ve hayâl kabiliyetini daima muhafaza ettiğidir. Meziyeti de bundadır.

Alman ordu mimarlığının en büyük ustalarından (Molteke), bir kumandanda aranacak başlıca vasfın hayal kabiliyeti olduğunu söyler. Bu ölçüyle Abdülhamid, tarihimizin idare planında en üstün başbuğlarından biridir. Belki Fatih ve Yavuz'dan da üstün... Onlar her an yükselen bir «iyi»yi daha iyiye götürmüş kahramanlar... Abdülhamid ise her an derinleşen bir "fena"yı önleyici ve kimseden yardım görmeyici çilekeş... Eğer onda Fatih ve Yavuz devirlerinin şartları bulunsaydı acaba netice hangi noktaya varırdı? Nitekim bir mirasyediden başka bir şey olmayan Kanuni'nin lüpçülüğüne karşı aradaki tersine nispeti gösteren şu muazzam sözü her şeyi izah etmeye yeter.

Bir gün Tahsin Paşa' ya diyor ki:

«—Paşa! Yavuz'un oğlu ya ben olsaydım; vaziyet nasıl olurdu? ..»

sf.339



Merhametine, nefsini de, memleketini de kurban etti.

"Kızıl Sultan"da merhamet işte bu efsanelik derecededir ve onun tek kötülenebilecek tarafı, bu sınırsız iyiliği... Tasavvufta, "bir şey haddini aşacak olursa aksiyle teselli eder" şeklindeki ölçü, en parlak ifadesini Abdülhamid'in merhametinde bulur. O, zulümden beter mikyasta merhametliydi ve merhameti, şahsi, memleketi ve tahtı hesabına zulümden beter bir netice verdi. Saltanatı boyunca, kaydetmiş olduğumuz gibi, korkunç katil bir haremağasından başka tek ferdi aleyhine çalışan her ferde ceza yerine refah hazırladı, açık ihanetlere kadar affetti ve asla hükümet idareciliği ile barışmaz bu evliyalık edasını, tahttan indirmeye gelenlere kadar gösterdi. Emrindeki birliklerinden en küçüğüyle Selânik çapulcularını darmadağın etmek kabilken:

—Hayır benim yüzümden tek damla kanın dökülmesine razı değilim!

Dedi ve arada dev-sinek farkı varken sineğe yenilmeyi kabul etti.

Abdülhamiddeki bu duygu, yalnız saf, derin, hastalık derecesinde bir merhametle izah edilemez. Kendisinden en gür bir Çağlayan gibi fışkıran merhamet hissini, onun ruh örgüsünü şekillendirici İlâhi haşyet, teslimiyet, mahviyet gibi duygularla bir arada görmek ve bir katışık halinde anlamak lazım...

sf344



Ulu Hakan'ı küçültmeye yeltendikleri her yerde, farkına varmadan onun büyüklüğünü ifşa eden karanlık niyetli ve ecnebi hizmetkârı Abdülhamid düşmanları, bu noktayı da Padişahın vesvesesine ve vicdan huzursuzluğuna bağlamaya kalkışırlar. Halbuki büyük Avrupa politikacılarının ihtilâl bahislerindeki fikirlerini takip edenler bilir ki, bir devlet reisinin sırasında en büyük şüphe ve ihtiyatla göz dikeceği teşkilat, kendi öz muhafız kıtalarıdır.

sf383



Birgün Abdülhak Hâmid, bana Abdülhamid hakkında şöyle demişti: “-Sultan'da dini his ve mâverâi (metafizik) ürperti hastalık halindeydi. Herkesi de kendisi gibi bildiği, Allah korkusunu kalplerin en büyük müeyyidesi saydığı için devlet büyüklerini bu taraflarından tutmak ister, hareketlerindeki doğruluğu bu yoldan ölçerdi. Hiç sebep yokken, gece yarısı uykudan kaldırılıp saraya getirtilen nice devlet ricali vardır ki, huzura çıktıkları zaman Sultanın yanında açık bir Kur'an görmüşler ve ona el basarak sadakatlerini teyide dâvet edilmişlerdir. Türk-Yunan Muharebesinin başında Yıldız'daki askeri toplantıda da kumandanlara aynı yemin teklif edilmiş ve islâm-Türk şerefimi gölgelemeksizin Selanik Ordusuyla en kısa zamanda Atina'ya girmek için bütün mevcudiyetleriyle çalışmaları için teminat istenmişti. Denilebilir ki Abdülhamid, en hayali işle uğraşırken bile Allah'ı bir an bile unutmazdı Sözlerine, uslubuna, işlerine, iş görme tarzına hakim, daima bu ölçü…”

sf385



Kızı Şadiye Sultan babasının din alâkasını şöyle anlatıyor:

«—Ramazan aylarında, her dairede ayrı ayrı bir imam, iki müezzin ve iki harem ağasının refakatiyle teravih namazı kılınırdı. Teravihi tâkiben imam ve müezzinlere buzlu şerbetler ikram edilirdi.

Babam teravih namazını, husus dairesinin bitişiğindeki köşkte, ülema ve müezzinlerin refakatinde kılardı. Erkek evlatları ve bazen de amcalarımız, cemaatine dahil olurlar ve namazdan sonra sohbet yapılırdı. Damatlar ve biraderlerimi, babam sık sık iftara davet eder, yemekten sonra diş kirası adını taşıyan zengin keseler ihsan ederdi.»

Babasının din alâkasını en başta gösteren ve bu yüzden kendisinin de aynı ruha tevarüs ettiğini belirten Şadiye Sultan, devam ediyor:

«-Sıhhatli bir erkekti, sağlam bir bünyesi ve idmanlı bir vücudu vardı. Küçüklüğümde onun bir defa hastalandığını hatırlarım. Çok az uyurdu. Şafaktan önce kalkardı. Beş vakit namazını kılar, daima Kurân-ı Kerim ve Buhari-i Şerif"' okurdu. Dindar, Allah'ına bağlı, büyük bir müslüman idi. Abdestsiz yere basmazdı. Çok çalışkandı.»

Yine Şadiye Sultan'a ait aşağıdaki satırlar da dindar hükümdarın vatan ve millet sevgisini gösterir:

«-Babam, milletini delicesine severdi. (Ahmetçik, Mehmetçik) sözlerini kullandığı vakit, öz evlatlarından bahsediyormuş gibi, yürekten sevgisi derhal yüzünden okunurdu. Babamın zamanı saltanatında yalnız bir tek harp hatırlıyorum. O da Yunan Harbidir. Bu benim çocukluk zamanıma rastlamıştır. Hatırladığıma göre, haremdeki dairelere top top bezler getirilip dağıtılmıştı. Yaralı askerler için gecelikler dikilirdi. Hizmetkârlarımızla beraber sabahın erken saatlerinden gece uyku saatine kadar dikiş makinalarımızın başında, bizden istenilen sayıda giyeceği yetiştirmeye çalışırdık. Bu hummalı faaliyet bütün muharebe müddetince devam etti. Ben de çamaşırlara düğme dikerdim. Aklımca büyük iş gördüğümü sanırdım. Babam aramıza gelip, "Aferin evlatlarım, Allah sizlerden razı olsun, vatan için çalışmak ne tatlıdır. Allah vatanımızı düşmanlardan muhafaza buyursun!" derdi. Biz bu sözlerden kuvvet ve şevk alırdık, zaman kaybolmasın diye gözümüzü iğnemizden ve makinamızdan ayırmaksızın onu dinlerdik. Vatan! Vatan! Babam bunu bizlere ne kadar çok söylemişti.»

sf 387



Bizans İmparatorları sülâlesinden olduğu iddiasındaki Demetrois Komnenos'un kurduğu cemiyet, kendisine esaslı bir ocak havası vermeyi ihmal etmedi ve bir takım çekici ruhi çizgilere bürünmeye çalıştı. Mesela, üyelerine adamına göre altun ve tunçtan birer yüzük veriyor ve yüzüklerin üstüne şu dört harfi nakşediyordu: F.E.D.A

Bu dört harf, Yunanca, "Helen dostluğunun bağı budur!" mânasına (Filiyos Elinikis Desmos Antos) kelimelerinin baş harfleri...

sf393



Nihayet Makedonya meselesi, aslında Osmanlı Devletini yıkmak gayesi etrafında, Bulgar, Ulah, Sırp, Boşnak, Karadağ». Arnavut ve Yunanlı gibi unsurların birbirini yemeye kalkmasından, böylece devletin başına müthiş bir gaile açılmasından, bundan faydalanan büyük devletlerin de bir taraftan kargaşalığı körüklerken öbür taraftan Bâbıâli'yi “Islahat” yaftası altında vaziyete hakim olmaya davet etmesinden, sakat asla bu hakimiyeti istemeyip, imparatorluğu yıkma fırsatını bu vesileyle elinde tutmaya bakmasından ibaret saikler silsilesi halinde çerçevelenebilir.

sf396



Avrupa'lının , bu maymundan aşağı kuklaları avlamak için kullandığı yem, Büyük Fransız inkılâbının modalaştırıp sonradan ayağa düşürdüğü, kendisi için belki aziz, fakat ayrı bir iman ve nizamdan gelen milletler hesabına öldürücü zehir makamında bazı işporta malı mefhumlardır ve başlarında "Hürriyet" gelmektedir.

Öyle bir mefhum ki, en ateşli bağlılarının bile Hürriyet Hanımla, Hürriyet mefhumu arasındaki farktan haberleri yoktur.

Hürriyet nedir; vasıta mı, gâye midir; hangi harflerle çevrilidir; insan olmanın baş şartı hür olmak iken eşek olmanın tek vasfı da hiçbir had tanımamak ve dilediği yerde işemek değil midir? Ve her şeyden evvel ve sonra, Allahın "dinde ikrah yoktur!" emriyle bir dinin bağlılar!, hürriyeti Avrupalıdan mı öğrenecek ve alacaklardır? Eğer dava, sadece bir zulüm ve istibdat idaresine karşı harekete geçmeyi hedef tutucu basit bir şeyse kendi öz ruh bünyemizde ve hak duygusu şeklinde kendi başına mevcut olmak icap eder ve topyekün ve içtimai bir deva kıymetinin bağlanabileceği mutlak bir gaye sayılamaz.

Halbuki hürriyet, başı boşluk nârası haline getirilip bir dava cezbesi, vicdanilik hissi olmak yerine bir nefs ihtilâcı ve dizginsizlik sarası şekline girdi mi, artık kendisine ne eski nizamdan eser kalır, nede yeni bir nizama istidat...

İşte, vatana fikir getirecekleri yerde, mânasını ve gayesini bilmedikleri hürriyet yaygarasıyla ortaya çıkanlar, Türk'ü içinden çürütme taktiğinin İslâmî ruh ve nizam bütünlüğünü yok etmekten ibaret gâyesine körü körüne alet olmuşlar; ve gıdasız, bakımsız, faaliyetsiz de olsa başları bağlı çiftlik hayvanlarının ipleri kesilerek salıverildikleri bir zemin üzerinde korkunç bir anarşi dünyasını hazırlamaya başlamışlardır.

Tanzimattan beri geliş budur ve bütün sahte kahramanlar serisi içinde hiçbir tanesi yoktur ki, en kaba tarafından hürriyet yaygaracılığı dışında bir dünya görüşüne malik ve hiç olmazsa bu kısır mefhuma sadakatle bağlı bulunsun...

sf 431



Aslında masonluğun, yahudiliğin ve Batı emperyalizması ajanlarının, fırından ekmek çıkarır gibi tezgahlarında imal ettikleri bu sahte Türklere acıyacağı yerde, öz milletine ve tarihine acısaydı, onları evvelâ çekirdek halinde, sonra da ağaç olduktan sonra köklerinden kazımakta tereddüt etmezdi.

Yaratılış ve kader cilvesi! Başka söylenebilecek hiçbir ey yoktur.

Nitekim kendisi de o muazzam dehâsiyle bu zaafını o kadar derinden anlamıştır ki, bir gün nedimelerinden birine şöyle demiştir:

—Beni şiddet göstermeye zorluyorlar! Ne yapayım ki, bende Büyükbabam Sultan Mahmud'un sert mizacından eser yoktur!

Bu harikulâde ince sözü söyleyen Abdülhamid unutuyordu ki, eğer Büyükbabasında o sert mizaç olmasaydı, Yeniçeri belâsı kendi devrine kadar devam etmiş veya devamına bile imkan katmadan vatan batmış olacaktı. Yeniçeri Ocağının satvet ve mehabetle içine girip onu yeni zaman ve mekâna uyduracak ve Yeniçeriyi eski idealist ruhunun teknesinde yeniden yoğuracak derecede bir zeka İkinci Mahmud'da mevcut değildi. İkinci Abdülhamid’deyse o anlayış var, fakat o davranış yoktu.

Abdülhamidin (Jön Türkler) ve İttihatçılara bütün karşı koyuşu, herbirinin kazancından çok üstün tahsisatla şurada veya burada ikâmete memur edilmesi suretiyle bazı konforlu sürgünler, telkinler, nasihatlar, menfaat teklifleri gibi âciz vasıtalardan ileriye geçmemiş ve hiçbir suretle hiçbirinin burnunu kanatacak dereceye ulaşmamıştır. Onun bu rikkat ve merhamet hareketi altındadır ki, yılan yumurtaları kendilerine bir kuluçka iklimi bulmuşlar ve kolaylıkla yumurtalarını delip çıkmışlar, deliklerde büyümüşler, gelişmişler ve nihayet meydan yerini basmışlardır.



sf439



Bir kolunu İstanbul'a ve öbür kolunu İzmir'e uzatmış olan bu netameli şehir. bu iki istikamete Batının zehirli mallarını ihraç eden bir iskele rolünü oynamıştır. Bir zamanlar Osmanlı Devletinde İslam vecd ve aşkı hâkim ve rüzgârIarı Doğudan Batıya doğru esmekteyken doğu mallarının ihraç iskelesi olarak kullanılan Selanik bilhassa Tanzimattan sonra rolünü tersine çevirmiş ve Batı sam yelinin Doğuya üflenme merkezi olmuştur. O günden beri başımıza ne gelmişse, Selânik şehrinin merkezlik ettiği Makedonya ve etrafı yönünden sökün eden insanlar mârifetiyle gelmiştir.

Yahudiliğin, dönmeliğin, Osmanlı Masonluğunun, her türlü azınlık fesatlarının ve Batı emperyalizması dolaplarının imalât tezgahı Selanik. en büyük hıncını, şahsında İslam Bininin ve Türklüğün en sağlam kal'asını gördüğü Abdülhammid'den almış ve Sultanın ruh yapısındaki bir nev'i zaaf benzer hal sayesinde onu al aşağı etmiştir. Öyle bir intikam alış ki, Padişahı, hem fesat merkezinde, hem de Selanik şehrinin en namlı ve zengin yahudisinin köşkünde hapsediyorlar. Ulu hakanı, Selanik'te bir nevi Yahudilik sarayı olan (Alatini) köşküne tıkıyorlar...



sf.571



Padişahlığım müddetince ferdin hürriyetine, haysiyetine daima taraftar idim. Fakat keyfe mâyeşâ bir hürriyeti, gelişi güzel bir serbestiyi de hiçbir zaman hoş görmedim. Hele matbuatta pek revaçta görülen müstehcen resim ve yazılara, sinsi fikirlerin hâkim olmasına asla müsaade etmedim. Milli ananelerimizin bozulmasına da taraftar olmadım. Avrupalıların medeniyetini daima takdir ederdim. Fakat Hıristiyanlığı hiçbir zaman Müslümanlığa tercih etmedim ve üstün tarafını da görmedim. Mârifet bu medeniyeti kendi bünyemize uydurabilmektir. Ben de bu medeniyetin iyi taraflarını, hattâ sarayıma kadar getirdim.

sf 591



Ulu Hakânın Enver Paşa'ya söylediği rivâyet edilen sözler, tam da kendisine ve dünya görüşüne denk bir tahlil ve teşhis belirtmekte ve İttihatçıların en acı tenkidini dile getirmektedir:

«-Evet, Enver Paşa, şimdi siz de bir harbe girmiş bulunuyorsunuz. Fakat bu iş acele olmuş, hissiyata kapılarak memleket tehlikeye atılmıştır. inşallah devletimiz ve milletimiz için hayırlı ve şerefli biter. Fakat hafazanallah, felâketli biterse, ister misiniz ki, bu da bize Anadoluya mal olsun? O zaman elimizde ne kalır? Hareket Ordusu ile İstanbul üzerine yürüdünüz, muzaffer oldunuz, şehri zaptettiniz, saraya kadar dayandınız beni de hal' ettiniz... Hepsi güzel... Unutmayın ki, emrimdeki kuvvetlere aslâ ateş etmemelerini, kan dökmemelerini bildirmiştim. Eğer bir mukavemet görseydiniz bu size pek pahalıya mal olacaktı. Ancak bu sayede hiç kimsenin burnu kanamamıştır. Fakat arkadaşlarımın gözü hiçbir şeyi görmemişti. Tedbirlerimi beğenmediler. Beni kaldırıp bir paçavra gibi sokağa attılar. Üstelik 31 Mart hâdisesini benden bildiler. Halbuki bunda hiçbir alâkam yoktu. Asileri tahrik edenler elbet de vardı. Fakat bunlar asla saraya mensup kimseler değildi. Her devirde devletin düşmanları olacaktır. Bunları tahkiksiz, mesnetsiz kuru iftiralarla herkese bulaştırmak vicdani bir hareket değildir. Beni en çok üzen şey, huzurumdan kovduğum bir insanı, beni saltanattan uzaklaştıran kararı tebliğe memur bir heyete katmanız olmuştur. Bu, Emanuel Karuso'dur. Bu Yahudiyi ne diye karşımıza çıkardınız? Bununla makam-ı Hilafet ve saltanatı elin Yahudisine tahkir ettirdiniz. Selânik'de bir mason locasının üstad-ı âzamı olan bu zat ile, Hazret-i Peygamberden beri el üstünde tutulagelen Hilafet, encam, bir Yahudinin tebligatı ile Hânedan-ı âi-i Osmanın bir rüknünden alınmış oldu. İftihar edebilirsiniz. Şimdi iktidardasın, neşen yerinde ve huzur içindesin. İstikbalin parlak görünmektedir. Fakat bütün bunlara güvenme oğlum, sana son bir nasihat vereyim:

Bugün insanı alkışlayanlar, yarın onu paralamasını da bilirler!.. Dikkat et!.. Allah millete, devlete zeval vermesin..!»

Abdülhamid nasihatini burada bitirmişti. Enver Paşa ayağa kalkarak sakıt Hükümdarı asker gibi selamladı ve hürmetle elini sıktı. Abdülhamid, misafirini odanın kapısına kadar geçirdi. Gözlerinde müşfik bakışları pek aşikardı. İşittiklerinden fevkalade heyecana düşmüş olan Enver Paşa, Kuruçeşme'deki yalısına geldiği zaman, hadiseyi zevcesi Naciye Sultana anlatmıştı. Daha sonra, bu tarihte Teşkilat-ı Mahsusa Dairesi Reisi olan Ali Beye söylemişti:

— Ne dersin Ali Bey, Hakan-ı mahlül'un sözlerinde haklı olduğu âşikar değil mi?

sf 593



Babıali baskınıyla ceberuti hakimiyetlerini tesis eden ittihatçılar, itilaf devletleri donanmalarının Çanakkale'yi zorlaması ve kanıya asker çıkarıp İstanbul yolunu açmaya davranması üzerine müthiş bir korkuya düştüler ve hükümet merkezin Anadolu'ya taşımayı düşündüler.

Bu arada Abdülhamid'e de başvurdular ve dediler:

-Devlet merkezinin Eskişehir’e kaldırılması ihtimali vardır. Hatta bu iş için gerekli hazırlıklar da yapılmaktadır. Şevketlü biraderiniz Sultan Reşad Hazretleri, sizi, düşman eline geçmesini mümkün gördükleri Payitahtlarında bırakmayacaklarına göre Anadolu'nun hangi köşesine çekilmek istediğinizi ve nereyi tercih buyurduğunuzu soruyorlar.

O zaman Abdülhamid, bütün ümit kapılarını kapayan bu ruhi' iflâs ve hezimet anında, ayakta ve çarpıcı bir heybet içinde, tane tane şu cevabı verdi:

Hiçbir yere kımıldamam! Ceddim Fâtih Sultan Mehmet İstanbul'u, fethederken, Bizans imparatoru kaçmayı düşünmemişti. Ben, Fatih'in soyundan bir Sultan olarak Bizans imparatoru kadar da mı olamayacağım? Yerim, ceddimin fethettiği İstanbul'dur; ölürsem de yerim yine burası olacaktır!

Bu ulvi cevap, ittihatçıların, o sözde gözü kara (!) kahramanların yüreğine işledi. Onlar da İstanbul'u terk etmemeye ve sonuna kadar mukavemete karar verdiler.

sf 595

Ayasofya Hakkında Söylenmiş Sözler






Ayasofya neden cami olmalı


FATİH’İN AYASOFYA VAKFİYESİ


“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir.” Fatih Sultan Mehmed Han


“Benim hayatımı boş verin¸ eğer işgalciler Aziz İstanbul’un fetih sembolü olan Ayasofya’ya çan takmaya gelirlerse; benden emir beklemeden ateş açın ve son nefesinize kadar Ayasofya Camii için savaşın!” Sultan Vahdeddin Han


"Ayasofya’yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türk’ün semaları tutuşturan lanetine hedef olmaktır." Hitabeler, Necip Fazıl Kısakürek


“129 yıl boyunca, dışarıdan Batı emperyalizmasının, içeriden de onların sâdık ajanları sıfatiyle kozmopolitlerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde, adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya'yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu.” Necip Fazıl


Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem; fakat Ayasofya açılacak! Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik etmiş sanılan kötülerle, kötülük etmiş sanılan iyilerin gizli dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek Necip Fazıl


“Ayasofya bir mananın zıt manaya taarruz ve onu zebun edişinin bütün dünyada eşi olmayan abidesidir” Necip Fazıl


“Ayasofya Türk'ün öz evi ve anayurdu içinde güya Türk'lerin eliyle mânasından koparılıyor, duvarlarından Allah ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilâlden ziyade salibin faziletlerini ilâna memur bir müze, yani içinde İslâmiyetin gömülü olduğu bir lâhid haline getiriliyor. Artık o, basit bir taş yığınıdır. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mânanın katillerini ilân ve ihtarla kalmıyor, üstelik her an salibin ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türk'ün, ruhiyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu hıristiyanlık âlemine peşkeş çeken, "buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin!" diyen bir hava yaşatıyor. Ayasofya'nın hilâl hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir.” Necip Fazıl


“Türk'ü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve (klik) zihniyeti, Ayasofya ile Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır.” Necip Fazıl


“Ayasofya’yı ibadete açacak olan partinin memlekette fevkalade itibarı yükselir. Hayrettir, bu bile kimseyi kıpırdatmamıştır. Akla aykırı bir şey. Kedinin kedilik yapmaması gibi bir şey. Ters bir şey, insan düşünürken idrak etmekte bocalıyor. Ayasofya yeniden cami olarak açılsın için her ne söylenen olursa milletin arzusuna tercüman olur.” Cahit Zarifoğlu, Mavera dergisi 1977


“Asırlık surların arkasından köhne Bizans’ı hortlatmak isteyen kimin eli? Bunu söyleyenler kimin dili, Ayasofya’yı puthane yapan hangi delidir?” Osman Yüksel Serdengeçti (Tohum dergisi, 29. sayı, 1959)


Mahzun Ayasofya “Ulu mabed, neye hicrana büründün böyle, Fatih’in devrini bir nebzecik olsun söyle! Beş vakit loşluğunda saf saftık, Davetin vardı dün ezanlarda, Seni ey mabedim utansınlar, Kapayanlar da, açmayanlar da!” Arif Nihat Asya


Bu olacak Ayasofya, Bu muhakkak olacak… İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt… Osman Yüksel Serdengeçti


Ey İslâmın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya! Şere­felerinde fethin, Fâtih'in şerefi ışıl ışıl yanan muhte­şem mabet!... Neden böyle bomboş, neden böyle -bir hoşsun? Hani minarelerinden göklere yükselen, tâ... maveradan gelen, ezanlar?1. Hani o ilâhî devir, ilâhi nizamlar!.. Ayasofya ses vermiyor! Ayasofya bir hoş, Ayasofya bomboş!.. Hani nerde, şu muhteşem minberde, binlerce erin, binlerce gazinin baş koyduğu şu temiz yerde, şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?! Ayasofya Ayasofya! Se­ni bu hale koyan kim? Seni çırılçıplak soyan kim? Hani, gönüllerden kubbelere, kubbelerden gönülle­re gürül gürül akan, sineler yakan Kur'an sesleri?! Kur'an sesleri dindirilmiş, Müslümanlar sindiril­miş!.. Allah-Muhammed, Hülefa-i râşidîn'in, bu din ulularının isimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!.. Fethin, Fâtih'in mabedinden kitab-ı müh ini, bu ulu dini kaldıran kim?.. Dinimize, imanımıza saldıran kim?.. Osman Yüksel Serdengeçti


Yalnız manayı anlasak, yerine getirebilsek, Ayasofya'nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır Necip Fazıl


Ayasofya'nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler Ayasofya açılmalıdır Türk'ün bahtıyla beraber açılmalıdır Necip Fazıl


Ayasofya'yı kapalı tutmak, Yunanlıya ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç! demekten farksızdır Necip Fazıl


Ayasofya’yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak… Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın… Sel yakındır. Fatih ve Onun Yeni Nesline Selam! Necip Fazıl


Türkiye olarak başımız dertten kurtulmuyor. Bunun sebebi Fatih Sultan Mehmed'in bedduası olabilir! Ayasofya'yı tekrar Fatih'in vasiyetine uygun hale getirirsek, belki başımız dertten kurtulur. Yavuz Bahadıroğlu


Ayasofya, Ey muhteşem mabet; Bizler, Fatih’in torunları, yakında putları devirip, Yine seni camiye çevireceğiz. Osman Yüksel Serdengeçti


Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler Necip Fazıl


Ayasofya'nın kapatılması, Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Necip Fazıl


Kilisenin çan sesiyle kapattığı Allah Yolu'nun tekbir sesleriyle açılması demek olan Ayasofya, bir daha kapanmamak üzere açılacaktır. İhsan Şenocak


İslam'ın müzelik olduğunu ima etmek için müzeye çevrilen Ayasofya, Onu müze yapanların artık müzelik olduğunu ilan edebilmek için açılacaktır. İhsan Şenocak


Ayasofya, salih babaların duaları gibi beddualarının da ne kadar tesirli olduğunu, ibadete kapatıldığı günden beri yaşadığımız belalardan tecrübe ettiğimiz yetim mabettir. Ayasofya ezan sesinden mahrum haliyle düşman ordularının memnuniyeti için terkedilen “askeri karargah” gibidir. İhsan Şenocak


Ayasofya, küfre karşı İslam yurdunu korumak amacıyla örülen muazzam surdaki kilit taşıdır. Allah'ın rızasına nail olmak ve Hazreti Fatih'in bedduasından kurtulmak için her ne pahasına olursa olsun açılmalıdır. İhsan Şenocak


“Bizim için Ayasofya mücadelesi, İslâmî mücadeleyi motive edici bir vesiledir.” SALİH MİRZABEYOĞLU


“Ayasofya, tekrar ibadete açılana kadar, Müslüman yüreklerde hep bir hasret çığlığı olarak yankılanacaktır.” Yavuz Bahadıroğlu


“Ayasofya, camilikten nasıl çıktı? Kim çıkardı?.. Müslüman Türk ülkelerinde ecdat yadigârı bu topraklarda, Bizansı ve Rumluğu yaşatmak, hortlatmak isteyen kimlerdir?!.. Bizim sözde ve gözde inkılâpçılarımız değil mi? Sonra bu nasıl hudut?.. Neredeyse Selimiye minarelerinin gölgesi Yunanistan'a terk edilen topraklara düşecek... O öve öve bitiremedikleri Lozan Zaferi nerede?” Osman Yüksel Serdengeçti


Ayasofya'nın, şanlı bir zaferden sonra, hiçbir sebep ve hiçbir fayda yokken, tam manasıyla "Karambole" getirilerek camilikten çıkarılması ne yazık ki, şu korkunç anlamı taşımaktadır: "Haçlılığın İslam üzerine zaferi, Yunan'lınin kılıcıyla olmayınca,bu, Fethiye Camii'nin mabetlikten çıkarılması ile sağlanmıştır." Yani fiilî zafer bizim fakat malesef karanlık temaslarla sağlanan "diplomasi zaferi" onlarındır. Tıpkı Lozan'da "Misak-ı Milli'den" verdiğimiz tavizlere,tıpkı Hilafetin İngiliz çıkarlarına feda edilmesine benzeyen garip bir bahşiştir. Ahmet Kabaklı


“İsrail askerleri ayakkabılarıyla Mescid-i Aksa'ya giriyor diye yakınan Müslümanlar, alınlarının tam 481 sene secdeye gittiği Ayasofya'ya ayakkabılarıyla girmemenin bir yolunu bulmalıdır artık.” Yavuz Bahadıroğlu


Osman Yüksel Serdengeçti'ye Ayasofya yazısı için dava açılır. Savcı sorar: Ayasofya'yı cami yapmak istiyormuşsunuz.


Cevap: Siz Yunanistan savcısı mısınız?!


Feth-i mübin’in sembolü olan Ayasofya hayata döndürülmelidir. Çünkü müze, ölmüş kültürlerin sergi yeridir. Ali Eren, Dinde Deformistler 2


"Ayasofya’yı Müslümanlar müze yapmadı. Medreseleri tekkeleri Müslümanlar kapatmadı. Ezan-ı Muhammedîyi Müslümanlar yasaklamadı. İskilipli Âtıf Efendiyi Müslümanlar asmadı" Mehmet Şevket Eygi


"Fatih'in Ayasofya vakfiyesindeki bedduaların muhatabı, müzeye çeviren Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır; hükümet 500 yıllık vaziyetine yani cami haline çevirerek Müslüman milletimizi bu bedduadan kurtarmalıdır." Prof. Ahmet Akgündüz


“Yunan/İngiliz kazansaydı; Fethin sembolü, Fâtih'in emaneti Ayasofya Cami-i Şerifi'ni müze yapardı değil mi? Sahi kim kazandı?” Kadir Mısıroğlu


Belâlar def olunca Ayasofya'yı açarız diye bekleniyorsa aldanıyorlar. Ayasofya açılınca belalar def olacak. Üzerimizde Fatih'in bedduası var


"Ayasofya açılırsa Türkiye üzerindeki musibet inşallah biter" Abdullah Yeğin Ayasofya Cami Olmadan Türkiye'nin Bağımsız Olduğu Söylenemez!!!


Sultan Mehmed “İstanbul'u feth etmezsek yaptıklarımız boşa gider” dedi. önce İstanbul'u aldı "FATİH" oldu, Fatih olunca ümmet arkasından geldi. işte bu sebeple önce "Ayasofya cami olsun" diyoruz


İstanbul'u Müslümanlar feth edince Ayasofya'yı cami yaptı. İstanbul'u Kafirler işgal edince müze yaptı


Gerçekten dünyaya hükmetmek istiyorsak ilk başta kendimiz sonra eş dost akraba ve yakınlarımızın kalbini feth etmeliyiz. Bu fetih kalplerden beyne doğru gidecektir. Beyin ile kalp birlikte İslam için çalışmaya başladığında zafer Müminlerin olacaktır


Ayasofya samimiyetin turnusol kağıdı gibidir. Ayasofya'nın camii olmasını isteyen destekleyen kişi samimi Müslümandır. Ayasofya müze olarak kalsın diyen kişi imanını sorgulasın!


Kurtuluş İslamdadır ve bunun yolu da Ayasofya’nın derhal tekrar Cami olmasıdır. Allah’ın ipine sarılmalı ve emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmalıyız. Bunları yaptığımız takdirde Ayasofya kapılarını Müslümanlara açacak ve İslam’ın hükümdarlığı başlayacaktır


Ayasofya bizim kanayan yaramızdır. Bu yara kapanmadıkça hasta adam iyileşmeyecek ve ayağa kalkamayacaktır. Üzerimizde Fatihin bedduası olduğu sürece bu ülke ve bu ülke de yaşayanlar gün yüzü görmeyecektir.


Fatih İstanbul'u feth edince Ayasofya'yı cami yaptı. Yani Ayasofya'nın cami olması İstanbul'un Müslümanların olması demektir


Ayasofya'nın Cami olması İstanbul'un yeniden fethi demektir. Ayasofya deizm tapınağı olmaktan kurtarılsın. Sayın @RT_Erdogan Fatih’in bedduasından kurtulmak istiyorsanız Ayasofya’yı bir an önce Camiye çevirmenizi tavsiye ederim. Güçlü olmayı beklemeyin. GÜÇ VE KUVVET ALLAH’TANDIR


Misvakı odun parçası sananlar, Ayasofya'yı da taş parçası sanıyor! Ayasofya fethin sembolüdür. Ayasofya cami değilse işgal devam ediyor demektir. Ayasofya'yı cami yapmak Mümin devlet başkanın olmazsa olmaz görevlerindendir, aksi halde vebaldedir


Ayasofya’nın yeniden cami olması için İstanbul’un tekrar feth edilmesi gerekiyor. Yalnız bu sefer ki madde yönünden değil mana yönünden olması gerekiyor. Müslümanlar İstanbul’a hakim olduğunda Ayasofya Cami olacaktır


Ayasofya'nın minareleri sökülmeye çalışılmış fakat minareler söküldüğü zaman Ayasofya’nın komple yıkılacağı anlaşılınca minareler sökülememiştir. Ayasofya'nın içinde "Allah" denilmesi gerekirken kapıda para ödeyen her kişinin girebildiği garip bir müze olmuştur


“Aylar yıllar geçti, hala ağlarsın, Artık yaşlarını sil Ayasofya. O mahzun halinle yürek dağlarsın, Fetihin sembolüsün bil Ayasofya.


Biliriz yaranı derindir, derin, Bakarsın bizlere mahzun ve serin, Gönüllerde yine aynıdır yerin, Olmasın yaşların sil, Ayasofya.


İsteriz müminler sende cem olsun, Haktan hakikattan her gün dem olsun, Kuduz köpeklere varsın yem olsun, Sana uzatılan dil Ayasofya.


Fatihin vakfını tutarız müze, Torunuyuz deyip çıkarız yüze, Gün gelip bu hesap sorulur bize, Görecek göz neden mil, Ayasofya.


Gaflet uykusundan millet uyansın, Hakkın boyasıyla yine boyansın, Zalimlere değil hakka dayansın, O zaman düşmanlar çil Ayasofya.


Değişmez ölçüyü millet taşırdı, Temel taşlarını küffara aşırdı, Bir sam yeli esti yolu şaşırdı, Karıncayı sandı fil, Ayasofya.” Eşref Ziya