25 Ekim 2018 Perşembe
"Abdülhamid Han'a iftira atıldı" Nihal Atsız
Nihal Atsız, Sultan II. Abdülhamid ve M. Kemal hakkında ne dedi?
****Türkçü Nihal Atsız, 1956 senesinde Peyami Safa’nın Sultan Abdülhamid Han için “cahil” demesi üzerine uzun ve manalı bir yazı kaleme almış ve bizim ırkçıların tahmin edemeyeceği kadar Sultan Abdülhamid’i methetmiştir. Bu ırkçılar hem Atsızcı hem de Atatürkçü geçiniyorlar. Halbuki Nihal Atsız Orkun dergisinde, M. Kemal’in hüküm sürdüğü yılların “gayrimeşru ve müstebit bir diktatörlük” olduğunu yazmıştı. Alakalı kısmı aynen iktibas ediyoruz: “Türkiye Cumhuriyeti 1950 mayısında (Menderes dönemi) kurulmuştur. Ondan önceki 1923-1950 çağı gayrimeşru ve müstebit bir diktatörlük zamanıdır.”[1]*
Nihal Atsız’a göre M. Kemal devri “diktatörlük” idi…***
Şimdi de Atsız’ın Sultan II. Abdülhamid için yazdıklarına yer verelim: “Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti. Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?
Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.
Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur? O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?
Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.
Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.
Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu. Ve sokmadı da…Ne diyelim? Durağı cennet olsun…[2].
**********KAYNAKLAR:. [1] Nihal Atsız, “Kurucular Meclisi”, Orkun Dergisi, sayı 9. (1 Aralık 1950) [2] Nihal Atsız, “Abdülhamid Han (Gök Sultan)”, Ocak Dergisi, sayı 2. (11 Mayıs 1956)**********
http://belgelerlegercektarih.com/2018/02/10/nihal-atsiz-sultan-ii-abdulhamid-ve-m-kemal-hakkinda-ne-dedi/
Sultan Abdulhamid'i tahttan indiren İttihatçılardan Rıza Tevfik'in İTİRAF ve PİŞMANLIK yüklü şiiri
Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Gazetesi'nde bu şiiri yayınlaması sebebi ile ilk defa hapse mahkum edilmiştir. Bu olayı şöyle anlatır… Birinci hapsim 1947 yılında Büyük Doğu'da neşrettiğim, Rıza Tevfik'in "Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat" isimli şiiri yüzündendir. Ondan sonra Fransızca bir ansiklopedinin hakkımda kaydettiği gibi "Üniversitelerimi geçen zindan hayatıma" başlangıç teşkil ve 20 küsûr gün devam edici bu ilk hapse, bu şiiri yayınladığım için "Türk milletine hakaret" isnadiyle atılmıştım. Önce, itham yerlerini noktalayarak şiiri bir kısmiyle göz önüne serelim:
Nerdesin şevketli Abdülhamîd Hân?
Feryadım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan!
........................ bak günahına!
Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek ey koca sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasî Padişahına!
Divâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegâhına!
Milliyet dâvası fıska büründü,
Rida-yı diyanet yerde süründü.
Türkün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamberine, hem Allahına.
Sonra cinsi buruk, ahlâki fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana
Nerden çıktı bunca veled-i zina?
Yuh olsun onların ham ervâhına!
İşte, ilk zamanlarda, İttihat ve Terakki'nin dolaplarına kapılıp ona var gücüyle yardım eden, sonra her şeyi gören ve anlayan ve zıt istikamete dönen Rıza Tevfik, bu şiiriyle, ihtiyarlığında çektiği vicdan azabını dile getirmek ulviyetini göstermiş ve Abdülhamîd'in büyüklüğü mevzuunda dâvamıza en büyük vesikayı hazırlamış bulunuyordu.
Hayal ve kâbus âleminde bile Türk milletine hakaretle en küçük alâkası düşünülemeyecek olan bu şiirin hangi gayeyle yazıldığını tahkik etmek için Avukatım Abdurrahman Şeref Lâç, mahkeme kararıyle, o sırada hastahânede bulunan Rıza Tevfik'i hâkim refakatinde suale çekmeye gitmiş ve büyük bir heyecan içinde yatağından doğrulan hasta adamdan resmen şu ifadeyi almıştı:
" - Ben bu şiiri, Türk milletine hakaret kasdiyle değil, tamamiyle aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamîd Hân'a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yazdım. 31 Mart vak'asını tertiplediği isnadı altında tahtından al aşağı edilen büyük Hükümdar, bu isnatla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart'ı tertipleyen ittihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım! 31 Mart'ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı (Tarçan) ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulağını kabartsın!"
Bir aralık mebus ve gazeteci, Avukat Abdurrahman Şeref Lâç ile refakatindeki hâkim ve mahkeme kâtibi sağ olduklarına göre, hâdisenin içyüzünü, en çarpıcı vesika hâlinde takdim ederim...." (Son Devrin Din Mazlumları / 31 Mart)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.